8 Ekim 2012 Pazartesi

ULUSCULUK IRKÇILIK DEĞİLDİR Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN


ULUSCULUK IRKÇILIK DEĞİLDİR
                                                                     Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN
Ulus ve ırk kavramları son zamanlarda fazlasıyla kullanılmağa başlandı . Yeni dönemin farklı koşullarında bu iki eski kavram ele alınırken  değişen ortamın gündeme getirmiş olduğu konjonktürel  geçişler dolayısıyla  ,bütün kavramlar gibi bu iki eski kavramında birbirinden çok ayrı yaklaşımlara konu alındığı ve birbirinden çok ayrı  plan ve projeler doğrultusunda ciddi bir karışıklığa yol açıldığı anlaşılmaktadır . Anlam kaymaları ya da konu karışıklıklarının yanı sıra , bu iki kavramın kullanımları sırasında birbirinin yerine ikame edilmeğe çalışıldığı zaman zaman görülmekte,hatta daha da ileri gidilerek  ulus ve ırk kavramları birbiriyle ciddi olarak karıştırılmaktadır . Böylesine  bir kafa karışıklığının  giderek ilerlemesi  nedeniyle  , sanki ulus ile ırk aynı anlama gelen kavramlarmış gibi bir durum ortaya çıkmaktadır .Ulus denilince ırk anlaşılması , ya da ırk kavramının ulus kavramı yerine kullanılması ya da  ulus kavramına yönelik itirazların giderek yükseldiği bir durumda, açıkça ulusculuk ırkçılık olarak suçlanabilmektedir . Böylesine bir kavram karışıklığı sanki istenerek yaratılmağa çalışılmakta , uluslara ve ulus devletlere yönelik karşı çıkışlar ile  saldırıların tırmandığı bir aşamada   rahatlıkla  hem ulus hem de ulus devletler  ırkçılığın  ana kökü olarak gösterilmeğe çalışılmaktadır . Yirmi birinci yüzyılda  yeni bir dünya düzeni kurmak için yola çıkanların  kasıtlı olarak yaratmış oldukları bu karmaşaya karşı , her iki kavramın  birbirinden ayrı olarak bilimsel açılardan ele alınmaları  gerekmekte ve ancak bu çizgide geliştirilebilecek yaklaşımlar ile  ,tarihsel süreç içerisinde insanlığın kazanımı olan bu iki kavramın yeni dönemin  koşulları içinde gerçek anlamlarını kazanabilmeleri mümkün olabilecektir .
İnsanlık tarihi ve sosyal bilimlerin çeşitli dallarında ve alanlarında kendilerine yer edinmiş olan ırk ve ulus kavramları , değişik dönemlerin ürünü olan kavramlardır . Aynı dönemde tarih sahnesine çıkmadıkları için , dönemsel olarak birbirleriyle karıştırılmaları söz konusu olamayacak kadar birbirlerinden farlı bir konuma ve anlama sahip olan ırk ve ulus kavramlarının , günümüz koşullarında bir arada ,yan yana bazen da birbirlerinin yerlerine kullanılmaları tesadüf değil aksine  ,belirli projeler doğrultusunda  yeryüzünü yeni bir dünya düzenine sokmağa çalışan emperyalist girişimlerin sonucudur . Yirminci yüzyılın ilk yarısında iki büyük dünya savaşına  teslim olmuş olan insanlığın ulus devletler çatısı altında yeni bir gelecek aramaları sırasında , ırkçılık farklı bir süreç içinde ortaya çıkmış ,ulus devletleri dünyaya kazandıran ulusçuluk akımları ise , Fransız devrimi sonrasında içine girmiş oldukları  gelişme süreçlerini sürdürerek   dünya haritası üzerinde ulus devletlerin sayılarının artmasına önemli katkılarda bulunmuştur . Bir yandan ulus devletler aracılığı ile ulusçuluk  akımları devam edip giderken , birinci cihan savaşı sonrasında imparatorlukların dağılması üzerine ortaya çıkan sosyalist devrimin  gündeme getirmiş olduğu  komünist düzen dayatması , zayıf ve ekonomik yönden sarsılan  batının bazı   ulus devletlerinin çatısı altında , sosyalist ya da komünist akımların gelişmelerini önleyecek  doğrultuda  aşırı milliyetçi ya da  daha sonraki adıyla faşist akımların  doğmasına giden yolu açmış ve böylece yükselen faşist akımlar üzerinden ırk kavramı yeniden insanlığın gündemine oturmuş ve faşizmin  çeşitli ülkelerde yayılmağa başlaması üzerine de  ,artık ulus kavramı ile yetinilmemiş açıktan  ırkçılık yapılarak faşist  siyasal düzenlerin kurulmasına çalışılmıştır . Böylece , sol ve sosyalizm tehdidi yayılmasına karşı bu akımlara karşı çıkan tutucu çevreler  daha ileri ve aşırı çizgide bir  ulusçuluğu   katı  ve uç çizgide  faşizm ile yorumlayarak ulusçuluğu daha dar kapsamlı ırkçılık anlamında öne çıkarmışlardır .
Ulusçuluğun temelinde yatan ulus kavramı , Fransız devriminin insanlığa bir armağanı olarak devreye girmiş ve sonraki yıllarda  devlet yapılarının ulus devletlere dönüşmesinde yol gösterici olmuştur . Ulus ve ırk kavramlarının birbirine karıştırılmasını önleyebilmek için öncelikle ulus kavramının tarihsel bir süreç içinde ortaya çıkışını ve ne anlama geldiğini iyi belirlemek gerekmektedir . Aynı kökten gelen ,ortak bir ülkede yaşayan tarih,kültür,gelenek,kültür,sanat,din ve dil gibi ortak değerlere sahip olan insan topluluklarına  genel olarak ulus adı verilmektedir . Bir anlamda  ulus   kendi  toplumunu oluşturan  bireylerden ayrı ,kolektif ve bölünmez bir bütün olan egemenlik sahibi soyut bir varlık olarak ortaya çıkmaktadır . Dünya haritası üzerinde belirli bölgelerde ortak bir yaşama sahip olan insan topluluklarının ya halk kitlelerinin  belirli bir zaman dilimi içinde kazandıkları ortak değerler ile uluslaşmaya başladıkları  görülmekte ve böylece soyut bir varlık olarak kimlik  kazanan ulusal toplum daha sonraki aşamada devletleşme içerisine girdiği zaman ulus devletler ortaya çıkmaktadır . Ulusu temel alan her şey  ulusal kavramı içerisinde açıklanmağa çalışılmakta ,ulusların kurmuş oldukları devletleri  ,ulus ya da ulusal devlet olarak tanımlanmakta  bu devlet yapısına bağlı olarak gündeme gelen bütün konular ya da sorunlar ulusallık çatısı altında değerlendirilmeğe çalışılmaktadır .Bir ulusa ait olan marş gibi ,ulusların bayramları da ulusal kavramı ile ifade edilmekte , bu gibi ortak değerlere sahip olan ulusal toplumlar zaman içerisinde  ciddi bir ulusal birikim kazanarak daha bilinçli bir yapılanma içerisine girmektedirler . Bir ulusa ait olan her şey ulusal olarak tanımlanırken , ulusların hukuku,ekonomisi,bütçesi,kültürü ,folkloru,sanatı  ve kimlikleri ulusallık doğrultusunda ele alınarak değerlendirilmektedir . Dünya toplumlarının birlikte ve bir arada uyumlu bir düzen içinde yaşamlarını sürdürebilmeleri açısından ulusların tarih sahnesine çıkışları ve daha sonraki aşamalarda ulus devletlerin oluşumu da ,küçük topluluklar arasında çekişmelere son vererek daha barışçı bir kalıcı düzenin oluşturulmasına yardımcı olmuştur .
Irk kavramı ise ,ulus kavramından daha eski bir kavram olarak insanlık tarihinin ulus öncesi dönemlerinden kalma  bir yapıya sahip bulunmaktadır . Irk kavramı  insanlığın diğer canlılar ile beraber yaşadığı tarih öncesi dönemlerden gelen bir terim olarak , insanlığı diğer canlı türleri ile karşılaştıran  ve  belirli bölge ya da ülke gibi ortak sınırların ötesindeki bir yayılma dönemini ifade etmektedir .Tarihsel olarak ırklar insanlığın  ilk çağlarından  kalma bir yapıya sahip olmalarına rağmen ,bugünkü anlamları ile bilimsel olarak ele alınmaları son yüzyıllarda  yapılan  çeşitli araştırmaların sonucudur . Bilimsel devrimler sonrasında ,ırklar bilimsel olarak incelenmeğe başlanmış ,dünyanın çeşitli yörelerindeki canlılar bir bütünlük çerçevesinde  ele alınırken ,doğuştan gelen biyolojik özellikler ve ortak özellikler ırk olarak adlandırılmağa başlanmıştır . Beş kıtaya yayılmış olan insan topluluklarının bulundukları bölgelere göre farklı etnik ve biyolojik özellikler göstermeleri bilimsel olarak tespit edilince ,insanlar belirli ırklara göre tasnif edilerek incelenmeğe başlanmıştır . Afrika’nın siyah ırkına karşılık Asya’nın sarı ırkı ve  Avrupa’nın beyaz ırkları ayrı yaşam alanları olarak  ayrılmış ve  bu doğrultuda geliştirilen bilimsel  çalışmalar etnoloji,antropoloji ve biyoloji bilimleri olarak  ırklar dünyasının açıklığa kavuşturulmasına  yardımcı olmuşlardır . Bilimsel gelişmelerin hızlı olması ,yeni bilim dallarının ortaya çıkmasıyla beraber  insan ırkları üzerine araştırmalar gelişmiş ve bütün insanlık açısından yararlı olabilecek bilgi birikimlerine ulaşılabilmiştir . Çeşitli ülke ya da bölgelerde yaşayan insan topluluklarının kurmuş oldukları devlet düzenleri doğrultusunda bir dünya hegemonyası arayışı içine girmeleri üzerine  , ırkçılık üzerine yapılmış olan bilimsel çalışmalar siyasal amaçlı olarak değerlendirilmeğe başlanmış  ve bu olumsuz durumun sonucunda ırkçı siyasetler ya da faşizm gibi ırkçı ideolojiler gelişmeler göstererek  insanlığın önüne çıkmıştır . Her bölgenin kendine has ırki yapısı , dünya yüzeyinde insan toplulukları açısından hem ayırıcı hem de bölücü olmuş,ve  insanlık tarihinin çatışmacı bir çizgide savaşlar ile dolu olmasına yol açmıştır .
Avrupa merkezli bir dünya düzeni içinde ,dünyanın diğer kıtalarında yaşamakta olan insan toplulukları bölgesel ırklar olarak tasnif edilmiş ,ırklar arasındaki ayrılıklar bilimsel araştırmalar ile ortaya konulunca , yeryüzü bir anlamda  ırk  adalarına ayrılmıştır . İnsanların ırk olarak sınıflandırılmaları  belirli toplumların  doğuştan gelen genetik özelliklerinin incelenerek  tasnif edilmelerine dayandırılmıştır . Topluluklar arasındaki genetik olarak değişik olan her şeyi ırki özellikler içerisinde  saymak ,beraberinde  genetik özelliklere  dayalı ırki yapılanmaları getirmiş ve bu doğrultuda yapılan bilimsel çalışmalar ırkçılık akımlarının çıkış noktası haline gelmiştir . Genetik ve etnik bilimsel çalışmaların yaygınlık kazanması üzerine insanlar belirli  gruplar içinde kalarak evlenmeğe başlamış ve böylece ortaya çıkan ırkçı yapılanmalar  geleceğe dönük olarak  aynı ırktan gelen insanların evlenmeleriyle  gelişerek sürdürülmüştür . İnsan kümeleri , ırkçlığın gelişmesi üzerine  yaygınlık kazanarak ırklar coğrafyasını oluşturmağa yönelmiş ve bu sürecin sonunda da ,yeryüzü haritası ırklara bölünmüş bir tablo haline getirilmiştir . Genetik özelliklerin toplulukların kümeler halinde sınıflandırılmalarında kullanılmağa başlanması üzerine de ,kafatasçılık moda olmuş ,etnik özelliklerin yanı sıra insanların kafa biçimleri de değişik ırkların özellikleri içerisinde  ana belirleyici özellik olarak  görülmüştür . İnsan toplumları birbirlerinden ayrılırken ,temel karakter yapılarının birbirlerinden ayrılan yönleri inceleme konusu yapılmış ,damarlarda akan kanların yapı özelliklerinden insan cildinin diğer ırklara göre ayrılan yönlerine ağırlık verilerek  ırkçılık bilimsel kılıflar içerisinde batının önde gelen sömürgeci ülkelerinde geliştirilmiştir . İnsanların bedenlerinden alınan kan ve  hücre  parçalarının laboratuar ortamlarında  incelenmesi üzerine ,genetik bilimi sıçramalar yaparken , bu gelişmelerin doğal sonucu olarak ırkçılık üzerine çalışmalar artmıştır .
Keşifler ve icatlar sayesinde  teknolojinin hızla gelişmesi laboratuar ortamlarını da geliştirmiş ve bu gibi yerlerde yapılan  etnik ,antropolojik ve biyolojik çalışmalar  ırkçılığın daha da gelişmesine önemli ölçülerde katkı sağlamıştır . Özellikle son zamanlar artan  DNA   testleri ve benzeri yöntemlerin laboratuar  çalışmalarında kullanılmasıyla  çok etkili sonuçların alınması sağlanabilmiştir . Artık  ,bu yoldan insanlar arasındaki bütün biyolojik ve  genetik bağlantılar çözülebilmekte ve etnoloji adına daha gelişmiş bilimsel çalışmalar sonuca ulaştırılabilmektedir . Irkların birbirlerinden ayrılan doğal yapıları , deneyler ve testler aracılığı ile  ortaya konulurken , bunlardan yararlanarak ırkçı görüşleri geliştiren bilim  ya da siyaset adamları ortaya çıkmıştır . İnsanlar arası ilişkiler ırk bazında açıklanmağa başlanmasıyla beraber , halk kitleleri içinde ırkçı yaklaşımlar gelişerek öne çıkmış ve ırklar arası bir rekabet düzeninin uluslar arası alanda  çekişme meselesi olarak öne çıkmasına  yol açmıştır . Özellikle ,dünya savaşları sırasında batının önde gelen büyük devletlerinin sarı ırkın yaşadığı Asya ile siyah ırkın yaşadığı Afrika kıtalarına dönük saldırılarının katı ve acımasız olmasına giden yolu açmış ,beyaz insan uygarlığın kurucusu olduğu kadar ,aynı zamanda tamamen ters bir çizgide  ırkçılığın da şampiyonluğunu yapmıştır .İkinci dünya savaşının gerçek suçlusunun Almanya olmasına rağmen ,bu ülkeye değilde ikinci derece suçlu konumundaki Japonya’ya  karşı ilik atom bombası saldırılarının yapılması insanlık tarihi içinde beyaz insan ırkçılığının en açık örneğidir . Savaşın gerçek suçlusunu beyaz ırktan olduğu için görmezden gelen , savaşın yandaki suçlusunu  gerçek suçlu gibi cezalandırmağa çalışan beyaz insan ırkçılığı devam ettiği sürece , ırklar arasında  modern anlamda bir karşılıklı diyalog ve anlayışın geliştirilmesinin mümkün olmadığını  ikinci dünya savaşının sonuçları ortaya koymuştur . Beyaz ırkın  medeni  insan görünümlü bilimsel ırkçılığı devam ettikçe ,siyah Afrika batağa saplanmış ,sarı ırkın çoğunlukta bulunduğu Asya kıtası sürekli olarak dünyanın arka tarafı konumunda kalmağa mahkum edilmiştir . Irkçılık böylesine büyük haksızlıklara ve eşitsizliklere neden olurken , aynı zamanda dünyanın  çağdaş bir eşitlik ve özgürlük düzenine kavuşabilmesini de  önlemiştir .
Irkların kuşaktan kuşağa geçen belirgin özellikleri ayna zamanda karakterlerinin de ölçüsüdür . Evrim araştırmaları ve bu doğrultuda belirlenen evrim yasaları  ,bilimsel çalışmalarda dikkate alındığında  insanlığın tarihsel bir süreç içinde belirli aşamalardan geçerek ve   bazı  kurallar içinde  günümüze geldiği  ortaya çıkmaktadır.  İnsan türünün bir alt bölümü olarak ele alınan ırk kavramı ,canlıların belirli alt bölümler halinde incelenmelerini sağlar . Eski uygarlıkların insanları olan Kızılderililer diğer insanlardan farklı bir ırk olarak varlıklarını korurken , beyaz,siyah ve sarı ırklar arasında geleceğe dönük bir rekabet çekişmesi ve üstün olma yarışı öne çıkmaktadır . Kızılderililerin beyaz insana yenilmeleri sonrasında bir ırk olarak geleceğe yönelik iddiaları kalmamıştır ama diğer ırklar arasında , üstün bir düzeye gelebilmek için mücadele devam etmektedir . Büyük balığın küçük balığı yutması gibi , doğa da var olan güçlünün üstünlüğü ilkesi doğrultusunda   küçük ve zayıf canlıları  yok etmesi yeni bir tür  ırkçılık olarak göze çarpmaktadır . İnsanların doğuştan gelen özelliklerine göre kişilik kazandığını öne süren ırkçılar ,belirli özelliklere sahip olan insanların bazı görevlere gelebileceğini  diğer canlıların ise böyle bir şanslarının bulunmadığını  öne sürmektedirler . Irkçılık ,bilimsel araştırmaların getirmiş olduğu üstün ırk arayışı ile ilgili bilgileri  kullanarak toplum da öne geçmeğe çalışmaktadır . Irkçılık bir toplumu oluşturan değişik  kesimler arasındaki dışlanmaların belirli kesimlere yüklenmesini sağladığı için  toplumun bazı  bölümlerini daha alt düzeyde ele alabilmekte ve böylece bir öteki kesimi yaratabilmektedir . Belirli özelliklere sahip olan insanları alt gruplar halinde ele almağa çalışan ırkçılık insan toplumları açısından bölücü olmuş ve yarattığı ötekilik olguları ile de toplular için parçalayıcı bir anlam taşımıştır .
Çağdaş demokratik rejimler ile gelişmiş hukuk devletleri bütün insanları aynı derecede eşit ve özgür bireyler olarak  ele almağa çalışırken , ırkçılık akımlarının ya da ırkçı yönetimlerin ,insanları alt ve üst sınıflar biçiminde hiyerarşik bir tasnife tabi tutması , halk kitleleri içinde toplumsal barışın kurulabilmesini önlemiştir .  Çok bilinen adı ile Aparthaid denilen ırk ayırımcılığı politikaları yıllarca sürdürülmüş , beyaz insan Afrika’nın kara insanlarını köle olarak kullanmış , doğunun sarı ırkından gelen insanlara da sürekli olarak ikinci sınıf insan muamelesi yürütülmüştür . Beyazlar  Afrika kıtasının güneyindeki en güzel bölgeleri ele geçirerek yüz yıllarca sömürgeleştirmişler , ve bu bölgelerin zenci insanlarına hiçbir zaman devlet ve toplum yönetiminde eşit haklar vermeyerek  ciddi anlamda ırkçılık yapmışlardır . Irkçılık sömürgecilik ile beraber gelişmiş , sahip oldukları bilgi birikimi ve maddi zenginlikler aracılığı ile bütün dünya kıtalarını yüz yıllarca sömürge olarak  kullanan batının önde gelen ülkelerinin beyaz insanları , gittikleri  bütün  ülkelerin  insanını  her zaman için aşağılayarak  köleleştirmişler ve kendilerini esas alan bir sömürge düzeninde açıktan ırkçılık yapmışlardır . Sömürge fetihleri beyaz insanların kendine güvenini artırırken , sömürgecilerin getirdikleri ırkçı yönetimler ,dünya halklarının yüzyıllarca batı sömürgeciliğinin  boyunduruğu altında ezilmesine neden olmuştur . Dünyanın zenginliklerini kendi aralarında paylaşamayan  batılı emperyalistler , sömürgelerin yerli halklarına köle muamelesi yaparak kendi ırkçı duygularını tatmin etmişlerdir . Sömürgelerdeki yerlilere karşı yıllarca ırkçı yöntemler uygulayan batılı sömürgeciler aynı şeyi kendi ülkelerinde de yapmışlar  ve bu yüzden  batının ileri ülkelerinde bile ırkçılık ciddi bir ideoloji ya da siyaset biçimi olarak öne çıkabilmiştir . Özellikle birinci dünya savaşının getirmiş olduğu yıkımlar üzerine yaşanan kaos ortamı yaratarak insanların köleleşmesine giden yolu açmış ve zenginliği elinde tutan bir avuç hegemonyacı insan , kendi ülkelerinin halklarına ve alt tabakalarına karşı  ırkçı uygulamalardan çekinmemişlerdir . İleri ülkelerin anayasalarında her türlü ırk ayırımı yasak olmasına rağmen gene de  ırkçılık geçmişten gelen sömürgeci zihniyetin bir uzantısı olarak  devam edip gelmiştir . Hiçbir devletin uluslar arası hukuk açısından uygulayamayacağı ırkçı girişimlerin hala sürdürülmeğe çalışılması ,bir yüz karası olarak günümüzde  devam etmektedir .
Irkçılık insanların doğuştan eşit olmadığına inanan bir  çağdışı anlayışın adıdır .  İnsanlar arasındaki ilişkilerde eşitsizliği ana kural olarak benimseyen bütün yaklaşımlar ,sonunda ırkçılığa kaymışlardır . Eşitsizlikçi dünya görüşüne sahip  olan  yönetimler sonunda ırkçılık bataklığına saplanmaktan kurtulamamaktadırlar . Uygarlığın gelişme çizgisi içinde insanlar  her türlü gelişmeye açık bir değişim yaşarlarken , devlet ve toplumun zenginliklerinden bütün insanların eşit olarak yararlanmaları  söz konusu olması gerekirken ,yönetimi ele geçiren bir avuç zengin ya da güçlü kişinin kendi kesimlerine devletin ve toplumun zenginliklerini tahsis ettiği ve toplumun geri kalanının ikinci sınıf bir derecede tutarak açıktan ırkçılığa kaydıkları görülmektedir . Toplumun tepesinde kendisine bir yer edinen kesimler ,  siyasal iktidarı ele geçirdikten sonra  açıkça kendi gruplarına karşı kollayıcı bir tutum içerisine girerek , diğer gruplara mesafeli davranarak  ırkçılığın çeşitli örneklerini ortaya koyabilmektedirler . Eşitsizliğin çok yaygın olduğu batı tipi toplum yapılarında,  iktidarı ele geçiren ya da sahip oldukları zenginlikler aracılığı ile ülke ekonomisini ve siyasal düzenini kontrol edebilen güçlüler  devlet ve toplumun nimetleri üzerine çullanınca , yoksullar ve orta tabakalar  bölüşüm pastasından hiçbir pay alamayarak avuçlarını yalayan bir aptal konumuna  düşürülmektedirler . Güçlünün daha güçlü hale geldiği zenginin daha sömürgen bir konuma yükseldiği batı tipi eşitsizlikçi ülkelerde ,ırkçılığın iyice hortladığı ve devlet yönetimini baskısı altına aldığı görülmektedir . Etnik ya  da dinsel gruplar olarak da örgütlenebilen  belirli ırk grupları , ekonomik alanda güçlenmek ve sahip oldukları zenginlikler aracılığı ile siyaseti finanse ederek  ülkenin kaynaklarına ve nimetlerine el  koyabilmektedirler . Demokrasinin doğasına ters olan böylesine haksızlıklara , ne yazıktır ki kendisini cumhuriyet olarak ilan eden bir çok halk yönetimi düzeninde de rastlanabilmektedir . Cumhursuz cumhuriyet ile  halksız demokrasiler batının eşitsizlikçi toplum yapıları üzerinde aldatıcı bir doğrultuda varlıklarını sürdürürken ,ırkçılığın en açık örneklerine bu gibi ülkelerde rastlanabilmektedir .
Irkçılığın  temelinde yatan saf ırk oluşturma arzusu ,beraberinde büyük soykırım ya da etnik temizlik olaylarını gündeme getirdiği gibi aynı zamanda  büyük katliamlarla birlikte çeşitli ülkelerin iç savaşlara sürüklenmelerine de  yol açmıştır . Önce kendi bulundukları ülkelerde yönetimi ele geçirmek ve zenginliklere tekel olarak el koymak isteyen  ırkçı çevreler ,sahip oldukları ırk özellikleri ile kendilerini üstün ırk olarak görebilmektedirler .Üstün ırk inancı ile hareket edebilen  faşist yönetimler ise hiçbir zaman eşitlik ve özgürlüğe inanmamakta  ve bu yüzden de  insanların  kırılmalarına ya da giderek yok olmalarına neden olabilecek olumsuz politikalara öncelik verebilmektedirler . Faşist rejimlerin  temelinde var olan ırkçı kuramlar , bu tür yönetimleri sonunda etnik temizliklere ya da soykırımlara  doğru yönlendirmiş ve bu yüzden insanlık tarihi  büyük acılarla dolu geçmiştir . Etnik ya dinsel özelliklerin farklılığına dayanan ırkçı anlayışlar , devreye girdikleri ülkelerde insanların birbirini kırmasına ve giderek iç savaş olabilecek  etnik ve dinsel çatışmalara yol açmıştır . Ülke zenginliklerinden dışlanan orta tabakalara sahip çıkma görüntüsünde iktidara gelen  faşist rejimler , kendilerini destekleyen alt ve orta tabakaların çıkarları  doğrultusunda ülke ekonomisinde daha adil ve eşitlikçi bir  bölüşüm sağlayacağına  , kısa zamanda zenginlerin dümen suyuna girerek , devlet gücünü  ülke zenginliklerinin kendi aralarında  bölüşümünde kullanabilmektedirler . Var olan haksızlıklara karşı çıkan halk kitlelerinin desteğini alarak iktidara gelen bu gibi  faşist yönetimlerin kısa zamanda zengin sınıfların oyunlarına teslim olarak ,eşitlikçilikten vazgeçmeleri  ırkçılığın devam edip gitmesinde ana faktörlerden birisi olmuştur . Siyasetin doğasında var olan  bu ihanet çemberi ortadan kaldırılamadıkça , hem ırkçılık hem de  etnik ve sınıfsal  temizlik doğrultusunda  faşist girişimler , batının burjuva tipi demokrasilerinde sık sık görülebilmektedir . Görünüşte demokrasi olan bu ülkelerde hem gizli faşizm hem de ırkçılık sürüp gidebilmektedir. Var olan devlet yapıları da  bu yüzden büyük zararlara uğramaktadır .
Batı dünyasının önde gelen ulus devletleri de benzeri bir çıkmazın içinde varlığını sürdürmeğe çalışmaktadır .Bir ülke halkının  manevi anlamda birlik ve bütünlüğe kavuşmasının aracı olan uluslaşma sürecinin sonucunda kimlik kazanan ulusal toplum açısından da  ırkçılık ciddi bir bölünme ve dağılma tehlikesi gündeme getirmektedir . Bir ülkede iktidarı ya da gücü ele geçiren kesimler  hemen eşitlik düzenini bozabilmekteler ve bu doğrultuda  ırkçılığa kayarak hukuk düzenini ortadan kaldırabilmektedirler . Irkçı ve tekelci yaklaşımlar ülkelerdeki anayasal düzenleri rafa kaldırabildiği gibi  toplumların diğer kesimlerini de karşısına alarak ülkedeki demokratik yapıların çökmesine neden olabilmektedir Ulusal toplumların birliği ve bütünlüğü , aynı zamanda ulusal devletlerin ise üniter  yapılarının korunması  açısından son derece tehlikeli  bir durum yaratan ırkçı yaklaşımlar ya da faşist rejimler  ulusal yapıların sona ermesi gibi  olumsuz durumlara yol açabilmektedirler . Bu nedenle , ulusal yapılar ile ırkçı politikalar ya da faşist rejimler aynı zamanda bir ülkede var olamazlar . Hal böyle olmasına rağmen ulusal  devletlerin ya da rejimlerin faşistlikle suçlanmaları ya da  ırkçılıkla değerlendirilmeğe çalışılmaları gerçekçi bir yaklaşım değildir .  Bir ulus devlette faşizm ortaya çıktığı an beraberinde ayırımcı ırkçılık da hortlayabilir ve ulus devletlerin dayanağı olan anayasal eşitlik düzenlerini ortadan kaldırabilir . Faşist akımlar ya da rejimler aynı zamanda devlet düzenini de faşist bir çizgiye sürükleyeceği için ulus devletleri ortadan kaldırabilmekte ve kısa zamanda içine sürüklendiği ırkçılık batağında ulusal yapıların dağılmasına giden yolu açmaktadır . Tarihte görülen ırkçı ve faşist rejimlerin kısa zamanda ulusal yapıları ortadan kaldırdığını gösteren önemli siyasal gelişmeler batı toplumlarında birbiri ardı sıra gündeme gelebilmiştir .
Tarihteki gelişmelerin ve örneklerin açıkça gösterdiği üzere , ulusal toplumlar ırkçı yapılar değildir .Aksine ırkçılığı red eden ve her türlü ırkçı girişime karşı , ulusun birlik ve bütünlüğü içinde ulus devletler  kendi varlıklarını  koruma doğrultusunda  hareket eden  siyasal  yapılanmalardır . Ulusların tarih sahnesine çıkışı açısından konuya bakıldığında , tarih öncesi dönemlerden kalma ilkel kavim ve kabile türü küçük yapılanmaların ötesinde modern bir yapılanma olarak ulusların ortaya çıktıkları görülmektedir . Bir ülkede belirli bir süreç içerisinde tarih sahnesine çıkmış olan ulusal yapıların  geçici olduğu , zaman içerisinde bütün ulusal toplumların ortadan kalkacağı ve bu nedenle ulus devletler döneminin sona ereceğini ileri süren küreselci kesimler ,bu amaçları doğrultusunda ulus devletleri faşist yapılar olarak suçlamakta ve bu doğrultuda ulusçuluğu ırkçılık olarak göstermeğe çalışmaktadırlar . İçine girilmiş olan küreselleşme çağında ana çelişkinin ulus devletler ile küresel emperyalizm arasında ortaya çıkması nedeniyle , ulus devletleri bir an önce tarih sahnesinden  silme doğrultusunda küresel emperyalizmin ciddi bir ulusal toplum ve ulus devlet düşmanlığı yaptığı ve bu doğrultuda  uluculuğu ırkçılık olarak göstermeğe çaba gösterdiği anlaşılmaktadır. Ulusculuk ırkçılık olmadığı gibi ulus devletler de faşist siyasal örgütlenmeler değildir . Ne var ki , küresel sermaye bir an önce bütün dünyayı  finans kapitalin merkezinde yer aldığı  bir dünya imparatorluğuna dönüştürmeyi hedeflediği için  ulusları ırkçı oluşumlar , ulus devletleri de faşist yapılar olarak  suçlamaya devam etmektedirler . Küresel emperyalizm ile ulus devletler arasındaki çekişme dönemi sürüp giderken ,küreselleşme olgusunun neo-liberal çevreler tarafından gösterilmeğe çalışıldığı gibi bir liberal yapılanma değil aksine ,finans kapitalin çıkarları doğrultusunda dayatılan  küresel bir yeni faşist  oluşum olduğu ortaya çıkmaktadır . Batı merkezli küreselleşme ,yeni bir batı sömürgeciliği olarak dünyanın başına bir çuval gibi geçirilmeğe çalışılmakta ve bu zoraki dayatmaya karşı  kendini korumağa çalışan ulus devletler faşistlikle suçlanırken ,ulusal yapıları geleceğe dönük bir çizgide korumağa çaba gösteren ulusalcılık akımları da ırkçılıkla suçlanabilmekte ve böylece kamuoyu üzerinden halk kitleleri aldatılarak  küresel sermayenin güdümünde bir dünya imparatorluğuna direnen ulusal yapılar ve devletler tasfiye edilmeğe çalışılmaktadırlar .
            Ulusçuluk hiçbir zaman ırkçılık değildir .  Irklar insanlığın ilk çağlarından bu yana oluşan biyolojik ve etnik yapılanmalar olmasına rağmen , uluslar modern çağların ürünüdürler. Batı dünyasında , Rönesans ve Reform atılımları sonrasında ortaya çıkan bilimsel devrimler toplum ve devlet  düzenlerini değiştirerek  aydınlanma devriminin önünü açmıştır . Fransız devrimi  ile tarih sahnesine çıkmış olan ulusalar , modernleşme ile  çağdaş yapılanmaları  toplum içerisinde geliştirerek , insanları ilkel kavim ve kabile türü yaşam düzenlerinden kurtarabilmiştir .Bu nedenle uluslar için insanlığın modern yüzünün toplumsal örgütlenmesi denebilir . Ne var ki , eski dönemlerden gelen etnik ve biyolojik bir yapılanmanın adı olan ırkçılık ise  insanlığı insan olmanın ötesinde diğer canlılar ile kıyaslanma noktasına sürükleyen oluşumun adıdır . Bu yönü ile ulus ve ırk kavramları mutlak anlamda birbirlerinden farklıdır ve hiçbir zaman aynı anlama gelmemektedirler . Bu yüzden de uluculuğun ırkçılık olmadığı çok açık bir biçimde görülmektedir . Ne var ki , küresel emperyalizmin  uyanıklığı doğrultusunda  ve  onların oyununa gelerek ,insanlığı modern ulus devletlerden ayırma girişimleri  çizgisinde emperyal saldırılarda  uluslar ırk olarak gösterilerek dağıtılmağa çalışılmakta ve bunun  doğal sonucu olarak da ulusçuluk ırkçılık gibi gösterilmektedir . Büyük bir siyasal oyun oynanırken , hem ulus devletler hem de ulusal toplumların ortadan kaldırılmaları doğrultusunda  bir ırkçılık suçlaması küresel emperyalizmin desteğinde  yaygınlaştırılmak istenmektedir . Kavramların  anlamı  değiştirerek ,ayrı kavramlar birbirinin yerine kullanılarak yürütülmek istenen bir  zihin oyununa kurban gitmeyecek kadar  ulusların güçlü oldukları ortaya çıkmış ve bu nedenle ,bu kadar büyük saldırılara rağmen ulus devletler bir türlü ortadan kaldırılamamıştır .
Uluslar utanmak üzere yaratılmış   toplumsal organizasyonlar değildir . Modernleşme sürecinin getirmiş olduğu tüm çağdaş özelliklere sahip bulunan ulusların her türlü emperyalist saldırıya rağmen kendilerini koruyabildikleri ve ayakta kalarak geleceğe dönük bir var olma mücadelesi sürdürdükleri göze çarpmaktadır . Bu durumda hala ulusçuluğu ırkçılık göstermeğe çalışarak , halk kitlelerini aldatmağa çalışmak ya da ulus devletleri faşist siyasal örgütlenmeler gibi göstererek  kavramları ve konuları çarpıtmağa çalışmak  ,uygarlığın bu gün gelmiş olduğu aşamada hiçbir biçimde kabül edilmesi mümkün olmayan olumsuz girişimlerdir .Büyük para babalarının çıkarları doğrultusunda küresel emperyalizme hizmet edenlerin bu tür kavram çarpıtmalarına inanmayacak kadar güçlü olan uluslar  , ulusçu çizgide mücadele ederek varlıklarını koruyacaklar   ,şirketler tekelci bir çizgide devleşerek büyürken , ulus devletlerin  de  etnik küçük oluşumlara ya da küçük eyalet yapılanmalarına  kurban  olmayacak  derecede güçlü olduklarını göstermeleri gerekmektedir . Ulus devletler ve küresel şirketler arasında sürüp gitmekte olan bu kavgada , ulusların ve modern ulus devletlerin  ayakta kalabilmeleri için yeni güçlendirme yapılanmalarına gerek vardır . Emperyal saldırılar ile  ulus devletleri tarih sahnesinden silmek isteyen küresel şirketlerin , ulusçuluğu ırkçılık ya da ulus devletleri faşist örgütlenmeler olarak göstermeğe çalışan oyunlarına artık son verilmesi gerekmektedir . Anayasa mahkemesinin ulus devlet ilkesine dayanarak ,etnik bölücülük yapan siyasal partileri kapatma kararını bile  ırkçılıkla suçlayacak düzeyde bir kavram saptırmasına  gidebilen emperyal oyunların sona erdirilmesi doğrultusunda  , artık ulusların seferber olması ve  kendisini daha güçlü bir biçimde koruyacak doğrultuda ulusal korunma reflekslerini harekete geçirmesi gerekmektedir . Ancak bu yoldan küresel emperyalizmin dünya  devletlerine ve uluslarına  yönelik  saldırganlığı önlenebilecektir . Ulusçuluk ırkçılık değildir ama ,küresel emperyalizm Siyonist lobilerin kontrolu altında olduğu sürece resmen ırkçılıktır .Para babası ırkçıların çıkarları uğruna ,dünya  ulusları çatısı altında barındıkları  ulus devletlerden vazgeçemezler .  Asıl ırkçıların ulus devletlere saldıranlar olduğu   ortaya çıkmıştır .

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder