ULUSCULUK
IRKÇILIK DEĞİLDİR
Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN
Ulus
ve ırk kavramları son zamanlarda fazlasıyla kullanılmağa başlandı . Yeni
dönemin farklı koşullarında bu iki eski kavram ele alınırken değişen ortamın gündeme getirmiş olduğu
konjonktürel geçişler dolayısıyla ,bütün kavramlar gibi bu iki eski kavramında
birbirinden çok ayrı yaklaşımlara konu alındığı ve birbirinden çok ayrı plan ve projeler doğrultusunda ciddi bir
karışıklığa yol açıldığı anlaşılmaktadır . Anlam kaymaları ya da konu
karışıklıklarının yanı sıra , bu iki kavramın kullanımları sırasında birbirinin
yerine ikame edilmeğe çalışıldığı zaman zaman görülmekte,hatta daha da ileri
gidilerek ulus ve ırk kavramları
birbiriyle ciddi olarak karıştırılmaktadır . Böylesine bir kafa karışıklığının giderek ilerlemesi nedeniyle
, sanki ulus ile ırk aynı anlama gelen kavramlarmış gibi bir durum
ortaya çıkmaktadır .Ulus denilince ırk anlaşılması , ya da ırk kavramının ulus
kavramı yerine kullanılması ya da ulus
kavramına yönelik itirazların giderek yükseldiği bir durumda, açıkça ulusculuk
ırkçılık olarak suçlanabilmektedir . Böylesine bir kavram karışıklığı sanki
istenerek yaratılmağa çalışılmakta , uluslara ve ulus devletlere yönelik karşı
çıkışlar ile saldırıların tırmandığı bir
aşamada rahatlıkla hem ulus hem de ulus devletler ırkçılığın
ana kökü olarak gösterilmeğe çalışılmaktadır . Yirmi birinci
yüzyılda yeni bir dünya düzeni kurmak
için yola çıkanların kasıtlı olarak
yaratmış oldukları bu karmaşaya karşı , her iki kavramın birbirinden ayrı olarak bilimsel açılardan
ele alınmaları gerekmekte ve ancak bu
çizgide geliştirilebilecek yaklaşımlar ile
,tarihsel süreç içerisinde insanlığın kazanımı olan bu iki kavramın yeni
dönemin koşulları içinde gerçek
anlamlarını kazanabilmeleri mümkün olabilecektir .
İnsanlık
tarihi ve sosyal bilimlerin çeşitli dallarında ve alanlarında kendilerine yer
edinmiş olan ırk ve ulus kavramları , değişik dönemlerin ürünü olan
kavramlardır . Aynı dönemde tarih sahnesine çıkmadıkları için , dönemsel olarak
birbirleriyle karıştırılmaları söz konusu olamayacak kadar birbirlerinden farlı
bir konuma ve anlama sahip olan ırk ve ulus kavramlarının , günümüz
koşullarında bir arada ,yan yana bazen da birbirlerinin yerlerine
kullanılmaları tesadüf değil aksine
,belirli projeler doğrultusunda
yeryüzünü yeni bir dünya düzenine sokmağa çalışan emperyalist
girişimlerin sonucudur . Yirminci yüzyılın ilk yarısında iki büyük dünya
savaşına teslim olmuş olan insanlığın
ulus devletler çatısı altında yeni bir gelecek aramaları sırasında , ırkçılık
farklı bir süreç içinde ortaya çıkmış ,ulus devletleri dünyaya kazandıran
ulusçuluk akımları ise , Fransız devrimi sonrasında içine girmiş oldukları gelişme süreçlerini sürdürerek dünya haritası üzerinde ulus devletlerin
sayılarının artmasına önemli katkılarda bulunmuştur . Bir yandan ulus devletler
aracılığı ile ulusçuluk akımları devam
edip giderken , birinci cihan savaşı sonrasında imparatorlukların dağılması
üzerine ortaya çıkan sosyalist devrimin
gündeme getirmiş olduğu komünist
düzen dayatması , zayıf ve ekonomik yönden sarsılan batının bazı
ulus devletlerinin çatısı altında , sosyalist ya da komünist akımların
gelişmelerini önleyecek doğrultuda aşırı milliyetçi ya da daha sonraki adıyla faşist akımların doğmasına giden yolu açmış ve böylece
yükselen faşist akımlar üzerinden ırk kavramı yeniden insanlığın gündemine
oturmuş ve faşizmin çeşitli ülkelerde
yayılmağa başlaması üzerine de ,artık
ulus kavramı ile yetinilmemiş açıktan
ırkçılık yapılarak faşist siyasal
düzenlerin kurulmasına çalışılmıştır . Böylece , sol ve sosyalizm tehdidi
yayılmasına karşı bu akımlara karşı çıkan tutucu çevreler daha ileri ve aşırı çizgide bir ulusçuluğu
katı ve uç çizgide faşizm ile yorumlayarak ulusçuluğu daha dar
kapsamlı ırkçılık anlamında öne çıkarmışlardır .
Ulusçuluğun
temelinde yatan ulus kavramı , Fransız devriminin insanlığa bir armağanı olarak
devreye girmiş ve sonraki yıllarda
devlet yapılarının ulus devletlere dönüşmesinde yol gösterici olmuştur .
Ulus ve ırk kavramlarının birbirine karıştırılmasını önleyebilmek için öncelikle
ulus kavramının tarihsel bir süreç içinde ortaya çıkışını ve ne anlama
geldiğini iyi belirlemek gerekmektedir . Aynı kökten gelen ,ortak bir ülkede
yaşayan tarih,kültür,gelenek,kültür,sanat,din ve dil gibi ortak değerlere sahip
olan insan topluluklarına genel olarak
ulus adı verilmektedir . Bir anlamda
ulus kendi toplumunu oluşturan bireylerden ayrı ,kolektif ve bölünmez bir
bütün olan egemenlik sahibi soyut bir varlık olarak ortaya çıkmaktadır . Dünya
haritası üzerinde belirli bölgelerde ortak bir yaşama sahip olan insan
topluluklarının ya halk kitlelerinin
belirli bir zaman dilimi içinde kazandıkları ortak değerler ile
uluslaşmaya başladıkları görülmekte ve
böylece soyut bir varlık olarak kimlik
kazanan ulusal toplum daha sonraki aşamada devletleşme içerisine girdiği
zaman ulus devletler ortaya çıkmaktadır . Ulusu temel alan her şey ulusal kavramı içerisinde açıklanmağa
çalışılmakta ,ulusların kurmuş oldukları devletleri ,ulus ya da ulusal devlet olarak
tanımlanmakta bu devlet yapısına bağlı
olarak gündeme gelen bütün konular ya da sorunlar ulusallık çatısı altında
değerlendirilmeğe çalışılmaktadır .Bir ulusa ait olan marş gibi ,ulusların
bayramları da ulusal kavramı ile ifade edilmekte , bu gibi ortak değerlere
sahip olan ulusal toplumlar zaman içerisinde
ciddi bir ulusal birikim kazanarak daha bilinçli bir yapılanma içerisine
girmektedirler . Bir ulusa ait olan her şey ulusal olarak tanımlanırken ,
ulusların hukuku,ekonomisi,bütçesi,kültürü ,folkloru,sanatı ve kimlikleri ulusallık doğrultusunda ele
alınarak değerlendirilmektedir . Dünya toplumlarının birlikte ve bir arada
uyumlu bir düzen içinde yaşamlarını sürdürebilmeleri açısından ulusların tarih
sahnesine çıkışları ve daha sonraki aşamalarda ulus devletlerin oluşumu da
,küçük topluluklar arasında çekişmelere son vererek daha barışçı bir kalıcı
düzenin oluşturulmasına yardımcı olmuştur .
Irk
kavramı ise ,ulus kavramından daha eski bir kavram olarak insanlık tarihinin
ulus öncesi dönemlerinden kalma bir
yapıya sahip bulunmaktadır . Irk kavramı
insanlığın diğer canlılar ile beraber yaşadığı tarih öncesi dönemlerden
gelen bir terim olarak , insanlığı diğer canlı türleri ile karşılaştıran ve
belirli bölge ya da ülke gibi ortak sınırların ötesindeki bir yayılma
dönemini ifade etmektedir .Tarihsel olarak ırklar insanlığın ilk çağlarından kalma bir yapıya sahip olmalarına rağmen
,bugünkü anlamları ile bilimsel olarak ele alınmaları son yüzyıllarda yapılan
çeşitli araştırmaların sonucudur . Bilimsel devrimler sonrasında ,ırklar
bilimsel olarak incelenmeğe başlanmış ,dünyanın çeşitli yörelerindeki canlılar
bir bütünlük çerçevesinde ele alınırken
,doğuştan gelen biyolojik özellikler ve ortak özellikler ırk olarak
adlandırılmağa başlanmıştır . Beş kıtaya yayılmış olan insan topluluklarının
bulundukları bölgelere göre farklı etnik ve biyolojik özellikler göstermeleri
bilimsel olarak tespit edilince ,insanlar belirli ırklara göre tasnif edilerek
incelenmeğe başlanmıştır . Afrika’nın siyah ırkına karşılık Asya’nın sarı ırkı
ve Avrupa’nın beyaz ırkları ayrı yaşam
alanları olarak ayrılmış ve bu doğrultuda geliştirilen bilimsel çalışmalar etnoloji,antropoloji ve biyoloji
bilimleri olarak ırklar dünyasının
açıklığa kavuşturulmasına yardımcı
olmuşlardır . Bilimsel gelişmelerin hızlı olması ,yeni bilim dallarının ortaya
çıkmasıyla beraber insan ırkları üzerine
araştırmalar gelişmiş ve bütün insanlık açısından yararlı olabilecek bilgi
birikimlerine ulaşılabilmiştir . Çeşitli ülke ya da bölgelerde yaşayan insan
topluluklarının kurmuş oldukları devlet düzenleri doğrultusunda bir dünya
hegemonyası arayışı içine girmeleri üzerine
, ırkçılık üzerine yapılmış olan bilimsel çalışmalar siyasal amaçlı
olarak değerlendirilmeğe başlanmış ve bu
olumsuz durumun sonucunda ırkçı siyasetler ya da faşizm gibi ırkçı ideolojiler
gelişmeler göstererek insanlığın önüne
çıkmıştır . Her bölgenin kendine has ırki yapısı , dünya yüzeyinde insan
toplulukları açısından hem ayırıcı hem de bölücü olmuş,ve insanlık tarihinin çatışmacı bir çizgide
savaşlar ile dolu olmasına yol açmıştır .
Avrupa
merkezli bir dünya düzeni içinde ,dünyanın diğer kıtalarında yaşamakta olan
insan toplulukları bölgesel ırklar olarak tasnif edilmiş ,ırklar arasındaki
ayrılıklar bilimsel araştırmalar ile ortaya konulunca , yeryüzü bir anlamda ırk adalarına
ayrılmıştır . İnsanların ırk olarak sınıflandırılmaları belirli toplumların doğuştan gelen genetik özelliklerinin
incelenerek tasnif edilmelerine
dayandırılmıştır . Topluluklar arasındaki genetik olarak değişik olan her şeyi
ırki özellikler içerisinde saymak
,beraberinde genetik özelliklere dayalı ırki yapılanmaları getirmiş ve bu
doğrultuda yapılan bilimsel çalışmalar ırkçılık akımlarının çıkış noktası
haline gelmiştir . Genetik ve etnik bilimsel çalışmaların yaygınlık kazanması
üzerine insanlar belirli gruplar içinde
kalarak evlenmeğe başlamış ve böylece ortaya çıkan ırkçı yapılanmalar geleceğe dönük olarak aynı ırktan gelen insanların
evlenmeleriyle gelişerek sürdürülmüştür
. İnsan kümeleri , ırkçlığın gelişmesi üzerine
yaygınlık kazanarak ırklar coğrafyasını oluşturmağa yönelmiş ve bu
sürecin sonunda da ,yeryüzü haritası ırklara bölünmüş bir tablo haline
getirilmiştir . Genetik özelliklerin toplulukların kümeler halinde
sınıflandırılmalarında kullanılmağa başlanması üzerine de ,kafatasçılık moda
olmuş ,etnik özelliklerin yanı sıra insanların kafa biçimleri de değişik
ırkların özellikleri içerisinde ana
belirleyici özellik olarak görülmüştür .
İnsan toplumları birbirlerinden ayrılırken ,temel karakter yapılarının
birbirlerinden ayrılan yönleri inceleme konusu yapılmış ,damarlarda akan
kanların yapı özelliklerinden insan cildinin diğer ırklara göre ayrılan
yönlerine ağırlık verilerek ırkçılık
bilimsel kılıflar içerisinde batının önde gelen sömürgeci ülkelerinde
geliştirilmiştir . İnsanların bedenlerinden alınan kan ve hücre
parçalarının laboratuar ortamlarında
incelenmesi üzerine ,genetik bilimi sıçramalar yaparken , bu gelişmelerin
doğal sonucu olarak ırkçılık üzerine çalışmalar artmıştır .
Keşifler
ve icatlar sayesinde teknolojinin hızla
gelişmesi laboratuar ortamlarını da geliştirmiş ve bu gibi yerlerde
yapılan etnik ,antropolojik ve biyolojik
çalışmalar ırkçılığın daha da
gelişmesine önemli ölçülerde katkı sağlamıştır . Özellikle son zamanlar
artan DNA testleri ve benzeri yöntemlerin
laboratuar çalışmalarında
kullanılmasıyla çok etkili sonuçların
alınması sağlanabilmiştir . Artık ,bu
yoldan insanlar arasındaki bütün biyolojik ve
genetik bağlantılar çözülebilmekte ve etnoloji adına daha gelişmiş
bilimsel çalışmalar sonuca ulaştırılabilmektedir . Irkların birbirlerinden
ayrılan doğal yapıları , deneyler ve testler aracılığı ile ortaya konulurken , bunlardan yararlanarak
ırkçı görüşleri geliştiren bilim ya da
siyaset adamları ortaya çıkmıştır . İnsanlar arası ilişkiler ırk bazında
açıklanmağa başlanmasıyla beraber , halk kitleleri içinde ırkçı yaklaşımlar
gelişerek öne çıkmış ve ırklar arası bir rekabet düzeninin uluslar arası
alanda çekişme meselesi olarak öne
çıkmasına yol açmıştır . Özellikle
,dünya savaşları sırasında batının önde gelen büyük devletlerinin sarı ırkın
yaşadığı Asya ile siyah ırkın yaşadığı Afrika kıtalarına dönük saldırılarının
katı ve acımasız olmasına giden yolu açmış ,beyaz insan uygarlığın kurucusu
olduğu kadar ,aynı zamanda tamamen ters bir çizgide ırkçılığın da şampiyonluğunu yapmıştır
.İkinci dünya savaşının gerçek suçlusunun Almanya olmasına rağmen ,bu ülkeye
değilde ikinci derece suçlu konumundaki Japonya’ya karşı ilik atom bombası saldırılarının
yapılması insanlık tarihi içinde beyaz insan ırkçılığının en açık örneğidir .
Savaşın gerçek suçlusunu beyaz ırktan olduğu için görmezden gelen , savaşın
yandaki suçlusunu gerçek suçlu gibi
cezalandırmağa çalışan beyaz insan ırkçılığı devam ettiği sürece , ırklar arasında modern anlamda bir karşılıklı diyalog ve
anlayışın geliştirilmesinin mümkün olmadığını
ikinci dünya savaşının sonuçları ortaya koymuştur . Beyaz ırkın medeni
insan görünümlü bilimsel ırkçılığı devam ettikçe ,siyah Afrika batağa
saplanmış ,sarı ırkın çoğunlukta bulunduğu Asya kıtası sürekli olarak dünyanın
arka tarafı konumunda kalmağa mahkum edilmiştir . Irkçılık böylesine büyük
haksızlıklara ve eşitsizliklere neden olurken , aynı zamanda dünyanın çağdaş bir eşitlik ve özgürlük düzenine
kavuşabilmesini de önlemiştir .
Irkların
kuşaktan kuşağa geçen belirgin özellikleri ayna zamanda karakterlerinin de
ölçüsüdür . Evrim araştırmaları ve bu doğrultuda belirlenen evrim yasaları ,bilimsel çalışmalarda dikkate alındığında insanlığın tarihsel bir süreç içinde belirli
aşamalardan geçerek ve bazı kurallar içinde günümüze geldiği ortaya çıkmaktadır. İnsan türünün bir alt bölümü olarak ele
alınan ırk kavramı ,canlıların belirli alt bölümler halinde incelenmelerini
sağlar . Eski uygarlıkların insanları olan Kızılderililer diğer insanlardan
farklı bir ırk olarak varlıklarını korurken , beyaz,siyah ve sarı ırklar
arasında geleceğe dönük bir rekabet çekişmesi ve üstün olma yarışı öne
çıkmaktadır . Kızılderililerin beyaz insana yenilmeleri sonrasında bir ırk
olarak geleceğe yönelik iddiaları kalmamıştır ama diğer ırklar arasında , üstün
bir düzeye gelebilmek için mücadele devam etmektedir . Büyük balığın küçük
balığı yutması gibi , doğa da var olan güçlünün üstünlüğü ilkesi
doğrultusunda küçük ve zayıf
canlıları yok etmesi yeni bir tür ırkçılık olarak göze çarpmaktadır .
İnsanların doğuştan gelen özelliklerine göre kişilik kazandığını öne süren
ırkçılar ,belirli özelliklere sahip olan insanların bazı görevlere
gelebileceğini diğer canlıların ise böyle
bir şanslarının bulunmadığını öne sürmektedirler
. Irkçılık ,bilimsel araştırmaların getirmiş olduğu üstün ırk arayışı ile
ilgili bilgileri kullanarak toplum da
öne geçmeğe çalışmaktadır . Irkçılık bir toplumu oluşturan değişik kesimler arasındaki dışlanmaların belirli
kesimlere yüklenmesini sağladığı için
toplumun bazı bölümlerini daha
alt düzeyde ele alabilmekte ve böylece bir öteki kesimi yaratabilmektedir .
Belirli özelliklere sahip olan insanları alt gruplar halinde ele almağa çalışan
ırkçılık insan toplumları açısından bölücü olmuş ve yarattığı ötekilik olguları
ile de toplular için parçalayıcı bir anlam taşımıştır .
Çağdaş
demokratik rejimler ile gelişmiş hukuk devletleri bütün insanları aynı derecede
eşit ve özgür bireyler olarak ele almağa
çalışırken , ırkçılık akımlarının ya da ırkçı yönetimlerin ,insanları alt ve
üst sınıflar biçiminde hiyerarşik bir tasnife tabi tutması , halk kitleleri
içinde toplumsal barışın kurulabilmesini önlemiştir . Çok bilinen adı ile Aparthaid denilen ırk
ayırımcılığı politikaları yıllarca sürdürülmüş , beyaz insan Afrika’nın kara
insanlarını köle olarak kullanmış , doğunun sarı ırkından gelen insanlara da
sürekli olarak ikinci sınıf insan muamelesi yürütülmüştür . Beyazlar Afrika kıtasının güneyindeki en güzel bölgeleri
ele geçirerek yüz yıllarca sömürgeleştirmişler , ve bu bölgelerin zenci
insanlarına hiçbir zaman devlet ve toplum yönetiminde eşit haklar
vermeyerek ciddi anlamda ırkçılık
yapmışlardır . Irkçılık sömürgecilik ile beraber gelişmiş , sahip oldukları
bilgi birikimi ve maddi zenginlikler aracılığı ile bütün dünya kıtalarını yüz
yıllarca sömürge olarak kullanan batının
önde gelen ülkelerinin beyaz insanları , gittikleri bütün
ülkelerin insanını her zaman için aşağılayarak köleleştirmişler ve kendilerini esas alan bir
sömürge düzeninde açıktan ırkçılık yapmışlardır . Sömürge fetihleri beyaz
insanların kendine güvenini artırırken , sömürgecilerin getirdikleri ırkçı
yönetimler ,dünya halklarının yüzyıllarca batı sömürgeciliğinin boyunduruğu altında ezilmesine neden olmuştur
. Dünyanın zenginliklerini kendi aralarında paylaşamayan batılı emperyalistler , sömürgelerin yerli
halklarına köle muamelesi yaparak kendi ırkçı duygularını tatmin etmişlerdir .
Sömürgelerdeki yerlilere karşı yıllarca ırkçı yöntemler uygulayan batılı
sömürgeciler aynı şeyi kendi ülkelerinde de yapmışlar ve bu yüzden
batının ileri ülkelerinde bile ırkçılık ciddi bir ideoloji ya da siyaset
biçimi olarak öne çıkabilmiştir . Özellikle birinci dünya savaşının getirmiş
olduğu yıkımlar üzerine yaşanan kaos ortamı yaratarak insanların köleleşmesine
giden yolu açmış ve zenginliği elinde tutan bir avuç hegemonyacı insan , kendi
ülkelerinin halklarına ve alt tabakalarına karşı ırkçı uygulamalardan çekinmemişlerdir . İleri
ülkelerin anayasalarında her türlü ırk ayırımı yasak olmasına rağmen gene
de ırkçılık geçmişten gelen sömürgeci
zihniyetin bir uzantısı olarak devam
edip gelmiştir . Hiçbir devletin uluslar arası hukuk açısından uygulayamayacağı
ırkçı girişimlerin hala sürdürülmeğe çalışılması ,bir yüz karası olarak
günümüzde devam etmektedir .
Irkçılık
insanların doğuştan eşit olmadığına inanan bir
çağdışı anlayışın adıdır .
İnsanlar arasındaki ilişkilerde eşitsizliği ana kural olarak benimseyen
bütün yaklaşımlar ,sonunda ırkçılığa kaymışlardır . Eşitsizlikçi dünya görüşüne
sahip olan yönetimler sonunda ırkçılık bataklığına
saplanmaktan kurtulamamaktadırlar . Uygarlığın gelişme çizgisi içinde
insanlar her türlü gelişmeye açık bir
değişim yaşarlarken , devlet ve toplumun zenginliklerinden bütün insanların
eşit olarak yararlanmaları söz konusu
olması gerekirken ,yönetimi ele geçiren bir avuç zengin ya da güçlü kişinin
kendi kesimlerine devletin ve toplumun zenginliklerini tahsis ettiği ve
toplumun geri kalanının ikinci sınıf bir derecede tutarak açıktan ırkçılığa
kaydıkları görülmektedir . Toplumun tepesinde kendisine bir yer edinen kesimler
, siyasal iktidarı ele geçirdikten
sonra açıkça kendi gruplarına karşı
kollayıcı bir tutum içerisine girerek , diğer gruplara mesafeli davranarak ırkçılığın çeşitli örneklerini ortaya
koyabilmektedirler . Eşitsizliğin çok yaygın olduğu batı tipi toplum
yapılarında, iktidarı ele geçiren ya da
sahip oldukları zenginlikler aracılığı ile ülke ekonomisini ve siyasal düzenini
kontrol edebilen güçlüler devlet ve
toplumun nimetleri üzerine çullanınca , yoksullar ve orta tabakalar bölüşüm pastasından hiçbir pay alamayarak
avuçlarını yalayan bir aptal konumuna
düşürülmektedirler . Güçlünün daha güçlü hale geldiği zenginin daha
sömürgen bir konuma yükseldiği batı tipi eşitsizlikçi ülkelerde ,ırkçılığın
iyice hortladığı ve devlet yönetimini baskısı altına aldığı görülmektedir .
Etnik ya da dinsel gruplar olarak da
örgütlenebilen belirli ırk grupları ,
ekonomik alanda güçlenmek ve sahip oldukları zenginlikler aracılığı ile
siyaseti finanse ederek ülkenin
kaynaklarına ve nimetlerine el
koyabilmektedirler . Demokrasinin doğasına ters olan böylesine
haksızlıklara , ne yazıktır ki kendisini cumhuriyet olarak ilan eden bir çok
halk yönetimi düzeninde de rastlanabilmektedir . Cumhursuz cumhuriyet ile halksız demokrasiler batının eşitsizlikçi
toplum yapıları üzerinde aldatıcı bir doğrultuda varlıklarını sürdürürken
,ırkçılığın en açık örneklerine bu gibi ülkelerde rastlanabilmektedir .
Irkçılığın temelinde yatan saf ırk oluşturma arzusu
,beraberinde büyük soykırım ya da etnik temizlik olaylarını gündeme getirdiği
gibi aynı zamanda büyük katliamlarla
birlikte çeşitli ülkelerin iç savaşlara sürüklenmelerine de yol açmıştır . Önce kendi bulundukları
ülkelerde yönetimi ele geçirmek ve zenginliklere tekel olarak el koymak
isteyen ırkçı çevreler ,sahip oldukları
ırk özellikleri ile kendilerini üstün ırk olarak görebilmektedirler .Üstün ırk
inancı ile hareket edebilen faşist
yönetimler ise hiçbir zaman eşitlik ve özgürlüğe inanmamakta ve bu yüzden de insanların
kırılmalarına ya da giderek yok olmalarına neden olabilecek olumsuz
politikalara öncelik verebilmektedirler . Faşist rejimlerin temelinde var olan ırkçı kuramlar , bu tür
yönetimleri sonunda etnik temizliklere ya da soykırımlara doğru yönlendirmiş ve bu yüzden insanlık
tarihi büyük acılarla dolu geçmiştir .
Etnik ya dinsel özelliklerin farklılığına dayanan ırkçı anlayışlar , devreye
girdikleri ülkelerde insanların birbirini kırmasına ve giderek iç savaş
olabilecek etnik ve dinsel çatışmalara
yol açmıştır . Ülke zenginliklerinden dışlanan orta tabakalara sahip çıkma
görüntüsünde iktidara gelen faşist
rejimler , kendilerini destekleyen alt ve orta tabakaların çıkarları doğrultusunda ülke ekonomisinde daha adil ve
eşitlikçi bir bölüşüm sağlayacağına , kısa zamanda zenginlerin dümen suyuna
girerek , devlet gücünü ülke
zenginliklerinin kendi aralarında
bölüşümünde kullanabilmektedirler . Var olan haksızlıklara karşı çıkan
halk kitlelerinin desteğini alarak iktidara gelen bu gibi faşist yönetimlerin kısa zamanda zengin
sınıfların oyunlarına teslim olarak ,eşitlikçilikten vazgeçmeleri ırkçılığın devam edip gitmesinde ana
faktörlerden birisi olmuştur . Siyasetin doğasında var olan bu ihanet çemberi ortadan kaldırılamadıkça ,
hem ırkçılık hem de etnik ve
sınıfsal temizlik doğrultusunda faşist girişimler , batının burjuva tipi
demokrasilerinde sık sık görülebilmektedir . Görünüşte demokrasi olan bu
ülkelerde hem gizli faşizm hem de ırkçılık sürüp gidebilmektedir. Var olan
devlet yapıları da bu yüzden büyük
zararlara uğramaktadır .
Batı
dünyasının önde gelen ulus devletleri de benzeri bir çıkmazın içinde varlığını
sürdürmeğe çalışmaktadır .Bir ülke halkının
manevi anlamda birlik ve bütünlüğe kavuşmasının aracı olan uluslaşma
sürecinin sonucunda kimlik kazanan ulusal toplum açısından da ırkçılık ciddi bir bölünme ve dağılma
tehlikesi gündeme getirmektedir . Bir ülkede iktidarı ya da gücü ele geçiren
kesimler hemen eşitlik düzenini
bozabilmekteler ve bu doğrultuda
ırkçılığa kayarak hukuk düzenini ortadan kaldırabilmektedirler . Irkçı
ve tekelci yaklaşımlar ülkelerdeki anayasal düzenleri rafa kaldırabildiği
gibi toplumların diğer kesimlerini de
karşısına alarak ülkedeki demokratik yapıların çökmesine neden olabilmektedir
Ulusal toplumların birliği ve bütünlüğü , aynı zamanda ulusal devletlerin ise
üniter yapılarının korunması açısından son derece tehlikeli bir durum yaratan ırkçı yaklaşımlar ya da
faşist rejimler ulusal yapıların sona
ermesi gibi olumsuz durumlara yol
açabilmektedirler . Bu nedenle , ulusal yapılar ile ırkçı politikalar ya da
faşist rejimler aynı zamanda bir ülkede var olamazlar . Hal böyle olmasına
rağmen ulusal devletlerin ya da
rejimlerin faşistlikle suçlanmaları ya da
ırkçılıkla değerlendirilmeğe çalışılmaları gerçekçi bir yaklaşım
değildir . Bir ulus devlette faşizm
ortaya çıktığı an beraberinde ayırımcı ırkçılık da hortlayabilir ve ulus
devletlerin dayanağı olan anayasal eşitlik düzenlerini ortadan kaldırabilir .
Faşist akımlar ya da rejimler aynı zamanda devlet düzenini de faşist bir
çizgiye sürükleyeceği için ulus devletleri ortadan kaldırabilmekte ve kısa
zamanda içine sürüklendiği ırkçılık batağında ulusal yapıların dağılmasına
giden yolu açmaktadır . Tarihte görülen ırkçı ve faşist rejimlerin kısa zamanda
ulusal yapıları ortadan kaldırdığını gösteren önemli siyasal gelişmeler batı
toplumlarında birbiri ardı sıra gündeme gelebilmiştir .
Tarihteki
gelişmelerin ve örneklerin açıkça gösterdiği üzere , ulusal toplumlar ırkçı
yapılar değildir .Aksine ırkçılığı red eden ve her türlü ırkçı girişime karşı ,
ulusun birlik ve bütünlüğü içinde ulus devletler kendi varlıklarını koruma doğrultusunda hareket eden
siyasal yapılanmalardır .
Ulusların tarih sahnesine çıkışı açısından konuya bakıldığında , tarih öncesi
dönemlerden kalma ilkel kavim ve kabile türü küçük yapılanmaların ötesinde
modern bir yapılanma olarak ulusların ortaya çıktıkları görülmektedir . Bir
ülkede belirli bir süreç içerisinde tarih sahnesine çıkmış olan ulusal
yapıların geçici olduğu , zaman içerisinde
bütün ulusal toplumların ortadan kalkacağı ve bu nedenle ulus devletler
döneminin sona ereceğini ileri süren küreselci kesimler ,bu amaçları
doğrultusunda ulus devletleri faşist yapılar olarak suçlamakta ve bu doğrultuda
ulusçuluğu ırkçılık olarak göstermeğe çalışmaktadırlar . İçine girilmiş olan
küreselleşme çağında ana çelişkinin ulus devletler ile küresel emperyalizm
arasında ortaya çıkması nedeniyle , ulus devletleri bir an önce tarih
sahnesinden silme doğrultusunda küresel
emperyalizmin ciddi bir ulusal toplum ve ulus devlet düşmanlığı yaptığı ve bu
doğrultuda uluculuğu ırkçılık olarak
göstermeğe çaba gösterdiği anlaşılmaktadır. Ulusculuk ırkçılık olmadığı gibi
ulus devletler de faşist siyasal örgütlenmeler değildir . Ne var ki , küresel
sermaye bir an önce bütün dünyayı finans
kapitalin merkezinde yer aldığı bir
dünya imparatorluğuna dönüştürmeyi hedeflediği için ulusları ırkçı oluşumlar , ulus devletleri de
faşist yapılar olarak suçlamaya devam
etmektedirler . Küresel emperyalizm ile ulus devletler arasındaki çekişme
dönemi sürüp giderken ,küreselleşme olgusunun neo-liberal çevreler tarafından
gösterilmeğe çalışıldığı gibi bir liberal yapılanma değil aksine ,finans
kapitalin çıkarları doğrultusunda dayatılan
küresel bir yeni faşist oluşum olduğu
ortaya çıkmaktadır . Batı merkezli küreselleşme ,yeni bir batı sömürgeciliği
olarak dünyanın başına bir çuval gibi geçirilmeğe çalışılmakta ve bu zoraki
dayatmaya karşı kendini korumağa çalışan
ulus devletler faşistlikle suçlanırken ,ulusal yapıları geleceğe dönük bir
çizgide korumağa çaba gösteren ulusalcılık akımları da ırkçılıkla
suçlanabilmekte ve böylece kamuoyu üzerinden halk kitleleri aldatılarak küresel sermayenin güdümünde bir dünya
imparatorluğuna direnen ulusal yapılar ve devletler tasfiye edilmeğe
çalışılmaktadırlar .
Ulusçuluk hiçbir zaman ırkçılık
değildir . Irklar insanlığın ilk
çağlarından bu yana oluşan biyolojik ve etnik yapılanmalar olmasına rağmen ,
uluslar modern çağların ürünüdürler. Batı dünyasında , Rönesans ve Reform atılımları
sonrasında ortaya çıkan bilimsel devrimler toplum ve devlet düzenlerini değiştirerek aydınlanma devriminin önünü açmıştır .
Fransız devrimi ile tarih sahnesine
çıkmış olan ulusalar , modernleşme ile
çağdaş yapılanmaları toplum
içerisinde geliştirerek , insanları ilkel kavim ve kabile türü yaşam
düzenlerinden kurtarabilmiştir .Bu nedenle uluslar için insanlığın modern
yüzünün toplumsal örgütlenmesi denebilir . Ne var ki , eski dönemlerden gelen
etnik ve biyolojik bir yapılanmanın adı olan ırkçılık ise insanlığı insan olmanın ötesinde diğer
canlılar ile kıyaslanma noktasına sürükleyen oluşumun adıdır . Bu yönü ile ulus
ve ırk kavramları mutlak anlamda birbirlerinden farklıdır ve hiçbir zaman aynı
anlama gelmemektedirler . Bu yüzden de uluculuğun ırkçılık olmadığı çok açık
bir biçimde görülmektedir . Ne var ki , küresel emperyalizmin uyanıklığı doğrultusunda ve
onların oyununa gelerek ,insanlığı modern ulus devletlerden ayırma
girişimleri çizgisinde emperyal
saldırılarda uluslar ırk olarak gösterilerek
dağıtılmağa çalışılmakta ve bunun doğal
sonucu olarak da ulusçuluk ırkçılık gibi gösterilmektedir . Büyük bir siyasal
oyun oynanırken , hem ulus devletler hem de ulusal toplumların ortadan
kaldırılmaları doğrultusunda bir
ırkçılık suçlaması küresel emperyalizmin desteğinde yaygınlaştırılmak istenmektedir .
Kavramların anlamı değiştirerek ,ayrı kavramlar birbirinin
yerine kullanılarak yürütülmek istenen bir
zihin oyununa kurban gitmeyecek kadar
ulusların güçlü oldukları ortaya çıkmış ve bu nedenle ,bu kadar büyük
saldırılara rağmen ulus devletler bir türlü ortadan kaldırılamamıştır .
Uluslar
utanmak üzere yaratılmış toplumsal
organizasyonlar değildir . Modernleşme sürecinin getirmiş olduğu tüm çağdaş
özelliklere sahip bulunan ulusların her türlü emperyalist saldırıya rağmen
kendilerini koruyabildikleri ve ayakta kalarak geleceğe dönük bir var olma
mücadelesi sürdürdükleri göze çarpmaktadır . Bu durumda hala ulusçuluğu
ırkçılık göstermeğe çalışarak , halk kitlelerini aldatmağa çalışmak ya da ulus
devletleri faşist siyasal örgütlenmeler gibi göstererek kavramları ve konuları çarpıtmağa
çalışmak ,uygarlığın bu gün gelmiş
olduğu aşamada hiçbir biçimde kabül edilmesi mümkün olmayan olumsuz
girişimlerdir .Büyük para babalarının çıkarları doğrultusunda küresel
emperyalizme hizmet edenlerin bu tür kavram çarpıtmalarına inanmayacak kadar
güçlü olan uluslar , ulusçu çizgide
mücadele ederek varlıklarını koruyacaklar
,şirketler tekelci bir çizgide devleşerek büyürken , ulus
devletlerin de etnik küçük oluşumlara ya da küçük eyalet
yapılanmalarına kurban olmayacak
derecede güçlü olduklarını göstermeleri gerekmektedir . Ulus devletler ve
küresel şirketler arasında sürüp gitmekte olan bu kavgada , ulusların ve modern
ulus devletlerin ayakta kalabilmeleri
için yeni güçlendirme yapılanmalarına gerek vardır . Emperyal saldırılar
ile ulus devletleri tarih sahnesinden
silmek isteyen küresel şirketlerin , ulusçuluğu ırkçılık ya da ulus devletleri
faşist örgütlenmeler olarak göstermeğe çalışan oyunlarına artık son verilmesi
gerekmektedir . Anayasa mahkemesinin ulus devlet ilkesine dayanarak ,etnik
bölücülük yapan siyasal partileri kapatma kararını bile ırkçılıkla suçlayacak düzeyde bir kavram
saptırmasına gidebilen emperyal
oyunların sona erdirilmesi doğrultusunda
, artık ulusların seferber olması ve
kendisini daha güçlü bir biçimde koruyacak doğrultuda ulusal korunma
reflekslerini harekete geçirmesi gerekmektedir . Ancak bu yoldan küresel
emperyalizmin dünya devletlerine ve
uluslarına yönelik saldırganlığı önlenebilecektir . Ulusçuluk
ırkçılık değildir ama ,küresel emperyalizm Siyonist lobilerin kontrolu altında
olduğu sürece resmen ırkçılıktır .Para babası ırkçıların çıkarları uğruna
,dünya ulusları çatısı altında
barındıkları ulus devletlerden vazgeçemezler
. Asıl ırkçıların ulus devletlere
saldıranlar olduğu ortaya çıkmıştır .
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder