KERVANLARIN SON DURAĞI
GİZEMLİ KENT; BUHARA
Ekrem PEKER & TÜRK DÜNYASI
Kalan minaresinin tepesinde
yanan feneri görmek kaç kervana nasip oldu kim bilir? Çöllerin ortasında bir
vahadır buhara. Türkistan’ın merkezinde yer alır. Kışın sizi donduran, yazın
sıcaktan kavuran çöller bir yanda; geçtiği yerlere can veren büyük nehir
Amuderya. Türklerin Okur, Greklerin Oxus adını verdiği bu büyük nehir
zihinlerde büyük bir sınır yaratmıştır. Araplar bu sınıra Maveraünnehir ismini
vermişlerdir. Çöller ve Amuderya, siriderya (iaxartes) nehirleri ve bu
nehirlerin boyuna serpiştirilmiştir. Buhara, Hive, Semerkand ve Taşkent adında
vaha kentleri bozkırlarla çevrilmiş Himalaya dağlarının uzantısı olan Pamir ve
Tiyenşan dağlarından doğan bu nehirler doğudan batıya doğru akarak Aral
Denizine dökülür. Buhara’nın batısında ve güneyinde Hive vahası Ve 400.000 km²
lik bir alanı kapsayan Kara kum çölü bulunur. Çöl batıda Hazar Denizi
kıyılarında, Güneyde Kopet dağına uzanır. Güneydoğuda, çölün ötesinde Hindu kuş
dağları ve dağların arkasında Afganistan vardır. Kuzeyde Batı Türkistan’ı
Urallardan ve Rusya’dan ayıran 300.000 km²’lik Kızıl kum çölü ve Kazak bozkırı
uzanır. Bozkır doğuda Semerkant vahası Tiyenşan dağları ve Pamir yaylasının
eteklerine kadar uzanır.
Buhara; Orta Asya’nın en eski
kentlerden biri ve İslamiyet’in Mekke ve Kudüs’ten sonra gelen üçüncü önemli
merkezi, Vambery’nin deyimiyle İslam’ın Roma’sı. Din bilimlerinin öğretildiği
en büyük medreselerin yani üniversitelerin bulunduğu kent. Buhara’nın tarihi
İskender’den öncesine uzanır. Efsanevi Efrizyab kenti Büyük İskender’i
karşılar.
Ünlü seyyah Boneval’in
19.yüzyılın sonlarında yazdığı “Anayurt” eserinde, “Şark ve Garip
Medeniyetleri, zıt yönlerde hareket eden iki gelgitin en uç dalgaları gibi
gelip Pamir’in, yani “Dünyanın damı”nın eteklerinde kırılırlar. O kadar büyük
bir düzlük düşünün, uçsuz-bucaksız.
Buhara’dan trenle Semerkant’a
yol alırken saatler sonra sıra dağları görebilmiştim. Buhara Batı Türkistan’ın
Rusya’ya, Çin’e, Hindistan’a Afganistan’a ve Doğu Türkistan’a uzanan kervan
yollarının merkezinde yer alıyordu.
Antik çağlardan bu yana
kervanlar aynı yollardan gelip gitmiştir. Yukarıda bahsettiğimiz fiziksel
engellerin dışında, ekonomisi yağma ve köle ticaretine dayanan konar-göçer
kavimlerin saldırısına uğramak olağandı. Rus ve Tatar tüccarlar Orenburg‘dan
yola çıkıp büyük Kazak bozkırını sonra Kızıl Kum çölünü aşıp Buhara’ya
geliyorlardı. İkinci kervan yolu İran’dan başlayıp, Hazar denizini aşıp Kara kum
çölünden geçiyordu. Üçüncü yol Hindistan’dan gelen Hintli tüccarların yoluydu.
Fergana vadisinden geçen, Pamir dağlarını uzanan Kaşgar’a uzanan dördüncü yol
ise bildiğiniz tarihsel İpek yoludur.
Kurulan imparatorluklar zaman
içinde dağılsa da Buhara’nın konumu değişmez. Buhara ticaret ve ilim kenti
olmayı sürdürür. Rus çarlığının büyümesi Batı Türkistan’ı yöneten Mangıt kökenli
hanları tedirgin eder. Türkistan sadece Rusların değil her geçen gün Hindistan’a
yerleşen İngilizlerin de ilgisini çekmektedir. Buhara yabancılar için “Yasak
Kent” ilan edilir. Yasaklar Buhara’yı seyyahların ve ajanların gözünde daha da
cazip kılar. Kimileri derviş kılığında, kimileri tüccar, kimisi resmi görevli
kimliğiyle yollara düşerler. Seyyahlar, gizlice gözlemlerini, ajanlarda
raporlarını yazarlar. Rus Çarlığı Buhara’ya giden konaklama yerlerini, su
kaynaklarını, yolların mevsimlere göre değişen durumunu öğrenmek ister. Bu
yüzden yolları not aldığı görülen yabancıya ölüm cezası verilmektedir.
Buhara şehri 4. ya da 5. Yüzyıldan
beri bölgenin merkezi olmuştur. Arap istilacıların fethi 200 yıl kadar sürdü.
Sonra Samani Ahmet Bey yeni bir devlet kurar. Samaniler, Karahanlı, Gazneli,
Harzemşahlar derken, Moğolların gelip yakıp yıkıp, yağmalardan her defasında
küllerinden doğar Buhara şehri.
Timur Devleti yıkılınca
Özbekler bölgeye hâkim olurlar. Sonra üç hanlığa bölünürler. Hokant, Buhara ve
Hive Hanlıklarına. Birbirleriyle çekişen hanlıklar her geçen gün zayıflar.
Buhara İslam dünyasına dâhil olduktan sonra, çabucak fen bilimleri ve İslam
bilimlerinin öğretildiği bir merkez haline gelir.
Buhara’ya kervanlarla gelen
tüccar yolcular dönüş mevsimini beklerken buradaki medreselerde öğrenim
görüyorlardı. Hint, Tatar, Afgan, Türkistan ve Asya’nın diğer bölgelerinden
binlerce kişi öğrenim için Buhara’ya koşardı. Hacca gidenler önce Buhara’ya
gelip, şehri gezerlerdi. Rus Protekterası kurulup tren yolu gelene kadar Buhara
gizemini korudu.
Hangi seyyahlar gelip geçti
derseniz Alexander Burnes, J.J. Pierre Desmaisons, Derviş kimliğine bürünüp
Macarların ve Türklerin izlerini aramaya çıkan Wambery, Edvard Eversmann,
Buhara’da boynu vurulan İngiliz Subayı Conolly. Şehre gelen seyyahlar kenti
Babil’e benzetirler.
Göğe yükselen kubbeler,
camiler, yüksek cepheli medreseler, minareler, şehrin ortasında yer alan
saraylar, zengin ve çok büyük bir çarşı, şehri çevreleyen mazgallı sur. Şehir
içinde etrafı kır evleriyle çevrili küçük bir gölcük.
İlk gelişimde küçük bir
uçakla gelmiştim. Yak modeli, arkadan binilen ve kapısı merdiven olan bir
uçaktı. Yaklaşık otuz-kırk yolcu alan küçük bir uçak. Yaklaşık bir sat yirmi
dakika sürdü bu yolculuk. Daha sonra bindiğim RJ tipi uçakla yaptığım yolculuk
bana YAK uçağını arattı. Atatürk Hava Limanı apronunda deve kesen yetkiliye hak
verdim. YAK modeli uçakla yaptığım yolculukta plastik bardaklar içinde su,
gazlı su ve gazoz ikram edilmişti. Uçaktan inerken hostesimize Rusça şunları
söyledim “Siz bu coğrafyada gördüğüm en güzel varlıksını”.
Havaalanından bindiğimiz
otomobille meşhur astragan kürklerinin üretildiği Karakul şehrine gitmiştik.
Dönüşte Buhara’nın tarihi surlarını ve meşhur on iki kapısından, yani dervazelerinden
kalanları da görmüştüm. Gölcüğün bulunduğu alana Samani parkı deniliyor. O ufak
gölcükte şimdi çocuklar yüzüyor, kanolara
binmiş gençler kürek çekiyordu. Gölcüğün hemen yanında lunapark kurulmuştu.
Büyük dönme dolaplara bu coğrafyada karusel deniliyordu. Etrafı iyice
görebilmek için dönme dolaba binip fotoğraf çektim. Gölcüğün yakınında parka
adını veren Samani devletinin kurucusu Ahmet Samani’nin türbesi vardı.
Çarşının ihtişamı muhteşemdir.
Ancak dışa penceresi olmayan evler, sessiz sokaklar, seyyahlar için ayrı ve
alışılmadık bir dünyadır. Şehirde Buharalılardan başka, İranlılar, Tatarlar,
Kırgızlar, Özbekler, Hintliler, Türkmenler, Afganlar, Yahudiler ve daha nice
milletten insanlar çarşının sokaklarında dolaşır. Sokaklarda tacirler ve
alışverişe gelenlerden başka, geleneksel Buhara giysileri içinde, başlarında
büyük bir sarık ve boyunlarında Kur an ile dolaşan çok sayıda İşan (Şeyh)
bulunur.
Kervanlar sadece tüccarları
getirmez kente. Her yıl çok sayıda mümin hac yolculuğuna çıkar. Hive’den,
Hokant’dan Doğu Türkistan’dan bu kutsal yolculuğa çıkan yaklaşık yüz bin kişi
bu kente uğrayıp evliyaların mezarlarını ziyaret eder. Bu sayı o çağa göre çok
büyük bir rakamdır.
Eski kentin merkezini
dolaşırken, leb-i derya isimli havuzun başına oturdum. Eşeğine bu defa düz
binmiş Nasreddin Hoca heykelinin yanında bir fotoğraf çektirdim. Bu topraklarda
sadece Nasreddin Hoca yok, Köroğlu söylenceleri de var. Anadolu ve Türkistan
arasında gidip-gelen kervanlar sadece ticaret eşyası değil, efsaneleri ve
söylenceleri de taşımışlar. Gölcüğün yanındaki çay bahçelerinden birisine
oturup, çayımı yudumlarken, bir Türkmen şarkısı çalınıyordu “Şu benim garip
gönlüm” .Fincandaki yeşil çayı içerken seyyahların söyledikleri aklıma
geliyor.
Zengin bir şehir olan Buhara
ticaret yollarının kavşak noktasıdır. Hem çok tüketiyor, hem çok üretiyor. En
çok Rusya ve Doğu Türkistan ile ticaret yapılıyor. Rusya’dan bakır, pirinç,
demir, çelik, cıva, mercan, külle, şeker, kâğıt, madeni araç-gereç, çeşitli
kumaşlar getiren kervanlar; dönüşlerinde pamuk, firuze ve lapis (lacivert)
taşları, hayvan postları, kuruyemiş, çeşitli kumaşlar, Keşmir şalları, çay
götürürler.
Buhara’dan kervanlar Hindistan
a, Afganistan a at, bakır, demir teli, firuze taşları, mercan, Buhara’da
dokunan ipekli elbiseler, kumaşlar ve porselen gidermiş. Hintli ve Afgan
tacirler de Buhara’ya elbiselik kumaşlar, yünlü kumaşlar, şeker, baharat, çay,
şal, mercan, dini kitaplar getirirdi.
Gölün kenarında ve çarşıda,
irili ufaklı yüzlerce dükkân turistlere ve Buharalılara çeşitli eşyalar
satıyordu. Çarşının zenginliği 19. Yüzyılda Buhara ya gelen tüm seyyahları
şaşırtmıştı.
Şehrin çarşısındaki dükkân
sayısı ve satılan malların çeşitliliği o kadar fazladır ki hepsi yazılarında
sayfalarca çarşıyı anlatır. Şehrin sokaklarında yüzlerce medrese ve onlarca han
görülüyor. Şehre gezmeğe gelen seyyahlardan Desmarsons tüccarların kaldığı
hanları yazılarında şöyle anlatır: Saray-ı Karşi’de, Karşili tüccarlar;
Mirzaşul’da Afganlı, Hintli ve Merv’li Tüccarlar kalıyorlar. Yeni Saray-i Barra’yı Taşkent, Hokant ve
Kaşgarlı tüccarlar tercih ediyorlarö. Saray-i Bedrettin’de Kabil, Peşaver ve
Kaşmirli tüccarlar, Nogay’da Rusya’dan gelen Tatar tüccarlar; Eski Saray-i
Barra, Saray-i İndi saray-i Kocacubeyir’de Hintli tüccarlar; Saray-i Kuşbeyin
de Hintli ve İranlı tüccarlar; Abdullacan ve Ayozsaraylar’ında Afganlı tüccarlar
kalmaktadır” diye yazar. Seyyahlar seyahatnamelerinde sabahları törenle açılan
çarşıya her gün 30 – 40 bin kişinin geldiğini yazarlardı. Bugün eski
görkeminden çok uzak olan eski Buhara çarşılarında şimdi gruplar halinde
Japonlar, Avrupalılar ve tek tük de olsa benim gibi değişik ülkelerden gelen
insanlar dolaşıyor.
Leb-i havuzun yanı başında ve
yakınlarında Nadir Bey dergâhı Kukeldeş medresesi sarraflar çarşısı, şapkalar
çarşısı, Nadir Divan Beyi medresesi bulunuyor. Nadir Bey dergâhında otantik
giysiler satılıyor, yanındaki dar sokakta doppiler, Kırgız ve Türkmen
şapkaları, ipek şallar, rengarenk kumaşlar satılıyordu. Sinagogu bulamadım,
Sinagog’dan daha önce haberim olsaydı arardım.
Medreseler Buharanın her
tarafına yayılmıştır. Ama Leb-i Havuzun bulunduğu çarşı civarı ve Buhara
hanlarının yazlık sarayının bulunduğu Ark Saray civarında daha yoğun
bulunuyorlar. İslam’ın üçüncü büyük kenti ve bilim merkezi olan Buhara altın
çağını 8-13. Yüzyıllarda ve bilhassa Samaniler çağında yaşar.
Moğolistan’daki yıkım bu
yükselişin sonunu getirmiş, kent tahrip edilmiştir. Küllerinden doğan Buhara da
19.yüzyılın başında 103’ü faal 200 medrese ve 360 cami olduğu ileri sürülür.
Sovyet döneminde Batı
Türkistan da açık olan tek medresinin yer aldığı Payi Kelan külliyesi’nin şehir
için ayrı bir önemi vardır. Tabanında 9 metre tepesinde 6 metre genişliğindeki
Kelan minaresi 45 metre
yüksekliği ile şehre tepeden bakar. Tepesindeki fenerin ışığı uçsuz bucaksız
bozkırda kervanlara umut ışığı olurdu. Caminin avlusunda on bin kişi namaz
kılabiliyordu.
Timur imparatorluğu gerileyip,
Anadolu ve İran’la bağlar kopup, denizle bağının kesilmesi, Türkistan’ın
gerilemesini başlatır. Bu gerileme Fikri hayata da yansır. Dini eserlerde de
gerileme başlar. Seyyahlar Buhara da 300 ciltten fazla kitabı olan kütüphane
bulunmadığını yazarlar. Yüzyılın başında Buhara Han ı Haydar han İstanbul a
gönderdiği elçiyle Fıkıh konularında kitap ister. İstanbul dan Buhara’ya bu
konuda 30 cilt kitap gönderilir. Ticaret yapılan kervansaraylardan başka
şehrinde Regastan denilen Leb-i Havuzla, Kelan Camii arasına uzanan büyük bir
açık hava pazarı vardır. Bunun dışında 16. Yüzyıldan sonra Tak (kubbe) adı
verilen kapalı çarşıların sayısı hızla artmıştır. Binaların en ünlüleri
kuyumcular, şapkacılar, sarraflar, okçular ve yemciler çarşılarıydı. Tim
denilen üstü kapalı çarşıların en ünlüsü kumaş çarşısıydı.
Buhara çarşıları günümüzde
olduğu gibi satılan ürünlere göre gruplanmıştır. Şehri gezen bir seyyah pazarı
bize şöyle tanımlar; Eyercilerden sonra maden ustalarının bulunduğu sokaklara
gelir, ardından insanları büyüleyen kuyumcular çarşısına girilir. Kalter
elmasları, Seylan ve Birmanya yakutları Siyam safirleri, Sina zümrütleri,
Hürmüz incileri, Beddahşan’dan da gelen firuze taşları, Amuderya yakınlarından
gelen balayi yakutları ve Hindi kuş dağlarının kuzey yamaçlarından çıkarılan
lapis lazuli.
Hintli sarrafların silah ve
çalgı yapanların bulunduğu sokaklardan sonra meşhur kâğıtçılar çarşısı gelir.
Burada Buhara’nın ipek kâğıtları, Hokant ın mavi tutkallı kâğıtları, cam yerine
kullanılan yağlı kâğıtlar, üzeri yazılı vernikli kâğıtlar. Sonra değerli
kitapların bulunduğu sahaflar çarşısı, mücellitler. Buradan itriyatçılar ve
eczacıların bulunduğu hekimler çarşısına gidersiniz. Şuruplar, Çin ilaçları, ravent,
adamotu, şifalı ilaçlar, tozlar, uyuşturan ve keyif veren maddeler, tütünler…
Sonra kadınlar için süs malzemeleri satan özel bir çarşı. Seyyah Croizier Batı Türkistan’ın
modasının Buhara’dan belirlendiğini yazar. Şık Türkmenlerin Buhara’dan başka
yerden giyinmediğini yazar.
Kumaşçılar çarşısında her şey
bulunur diye seyyah rengarenk kumaşlardan yapılmış, işlemelerle süslenmiş
kaftanlar, hilatlar, günlük giysiler, ipekliler, çadır bezi dikilen ipekli ve
pamuklu Buhara’nın edras kumaşları ayrıca bu çarşıda Manchester ve Lyon
ipeklileri ve Rus pamuklu kumaşı ve Astragan kürkler satılırdı.
Astragan kürkler, karakul adı
verilen kuzu postlarından yapılırdı. Günümüzde Buhara nın yaklaşık 50 km dışında, Karakul
kasabası bulunuyor. İsmini kuzu yetiştiriciliğinden almış olmalı. Dış
mahallelerini gezebilmiştim.
Üst giyimine özen gösteren
Buhara’lılar, günlük yaşamlarında yumuşak deriden çizmeler giyerler, ayaklarına
da takunya geçirirlermiş. Seyyahınız bugünde yaygın olarak kullanılan doppileri
hayran hayran anlatır. Bende birbirinden
güzel bu doppilerden çok sayıda alıp yakınlarıma hediye etmiştim.
Halıcılar çarşısında birbirinden
güzel Türkmen kilimleri, Türkmen ve İran halıları bulunurmuş. Bugünde Buhara
halıları şehri ziyarete gelenlerin ilgisini çekiyor. Badahşah ve lapis lazuli
taşı tarihçiler ve etimologlar için bulunmaz ipuçları olduğuna değinmeden
geçemeyeceğim.
Tarihçiler bu taşlardan yola
çıkarak sümerlerin kökenlerinin Harappa ve Majehandaro şehirlerini kuranların
Türkmenistan’ın Anev (Anva) bölgesinde yaşayan halkla bağlantılı olduğunu
anlatırlar.
Seyyahların anılarında 19.Yüzyılın
başında Kızıl kum çöllerinde bugün kurumuş olan Cenderya nehrinin aktığını üçte
ikisi son 50 yılda kuruyan Aral Denizi’nin o yörede yaşayan Türkmenlerin seyyahlara
anlatımıyla daha o günlerde kurumaya başlamış. Türkmenler: “Deniz bu tepelere
kadar uzanırdı, şimdi çekildi” dedikleri mesafe yaklaşık 50 km idi. Kara Kum çölünü
aşan bir Osmanlı seyyahı Mehmet Emin efendi bize çölü şöyle anlatır; “ aksine
ben bu çöllerde dahi hayat ve canlılık buldum. Hem de hayatın hiçbir anında
tanımadığım lezzeti burada tattım. Güneş battıktan sonra batı yönünden çöle
doğru o kadar güzel renkler saçılıp gelmeye başladı ki tarifine imkân bulamam.
Biraz sonra bulutsuz dumansız mavi renkli berrak yıldız parlamaya başladı.
Sahranın bu derin sessizliği gerçekten çok latifti… Çöl büsbütün sessizde
sayılmaz, gündüz güneşin kızgınlığıyla yanmış olan kumlar, sanki gece feryat
figan ediyorlarmış gibi, çölden inlemeye benzeyen seslerin yükseldiğini hissediyorum
sanki”.
Çölün Buhara’yı koruduğunu
söylemiştik. Çarın Hazar Denizi’nden fetih için yola çıkardığı ordu Karakum
çölünü geçmeye kalkınca yok edilir. Çarlık çölü aşamayacağını anlayınca başka
yol dener. Önce 1865 yılında Taşkent’i işgal ederler. Sonra 1868 yılında
Semerkant’ı ele geçirirler. Bu yoldan gelerek Buhara’ya boyun eğdirirler. Bölgede
hâkimiyet kuran Rus Çarlığı bölgeye hızla demiryolunun raylarını döşemeye
başlar. Hazar denizi kıyısındaki Krasnavodsktan başlayan hat Aşkabat ve Merv
vahasına ulaşır. Tren 1888 Buhara ya ve daha sonra Fergana vadisinin sonundaki
Andican’a ulaşır.
Tren yolu Batı Türkistan da
tüm dengeleri değiştirir. Önce Mekke yoluna düşen Hacı adayları bozkırı ve çölü
trenle aşarak Krasnavosk’a oradan Bakü’ye, oradan Karadeniz’e ve gemiyle
İstanbul’a gitmeye başlarlar. Sadece hacıların işi kolaylaşmaz. Tüccarlarda
demiryolunu hemen benimser. Buhara da hacılar ve kervanlarla ticaret yapmak
için gelenler şehirde aylarca kalıyordu ve bunlar şehir için gelir kaynağı idi,
şehirde kalanlar azalmaya başlayınca şehrin zenginliği ve cazibesi de hızla
azalmaya başlamıştı.
Eski kentin epey uzaklığına
demiryolu durağına kurulan yeni Buhara ve 8000 Rus askerinin bulunduğu Rus
yerleşimcilerin akınına uğrar. 1. Dünya savaşının başında bölgedeki Ruslar 50
bine ulaşır.
Buhara’dan çıkıp, Nakşibendî
Dergâhına gittim. Dergâhı iyice gezdim ve müzesini ziyaret ettim. Şaşırmayın
müze dedim. Dergâh zaten müze değil mi? Diyeceksiniz. Doğru dergâh müze ama
içinde özel bir müze de yer alıyor. Dergâhtaki Büyük Camiyi Türkiye restore
ettirmiş. Cami ibadet için sadece Cuma günleri açık. Büyük Caminin hemen
yanında Buhara Hanlarının, ailelerinin, devlet ileri gelenlerinin bulunduğu bir
mezarlık vardı. Ziyaretçiler gelip dua
ediyorlar.
Gelelim müzeye, 1200-1500
yılları arasında dergâh’ta yaşamış 12 şeyh için yapılmış. Kısaca onların
yaşamlarını anlatan ve bazı eski eserlerin bulunduğu küçük bir müze
oluşturulmuş. İlginç olan müzedeki Türk liderlere ait fotoğraflar. Burayı eski
cumhurbaşkanlarından Turgut Özal, Süleyman Demirel ve eski meclis başkanlarından
Hikmet Çetin ziyaret etmiş, müzedeki resimler de bir teşekkür nişanesi olarak
asılmış.
Dergâhtan Vaksal’a gidiyorum.
Vaksal, yani tren garı eski şehrin bir hayli dışında, eski Buhara’ya epey
uzakta. Bölgeyi kontrol altında tutan Ruslar 1880’de bölgeye demiryolunu
getirmişler ve garı şehrin kilometrelerce uzağına Rus askeri misyon binasının
hemen yanına kurmuşlar. Bir nevi incelik, kontrolü uzaktan yapmak istemişler.
Trenle dönmeyi istememin
amacı yüzlerce kilometre uzanan bozkırı yakından görmekti. Dağlar ancak saatler
sonra bize yaklaştı. Büyük-küçük yerleşim noktalarında durduğumuzda başta nan (pide)
satan satıcılar trene hücum ediyorlardı. Burada yolculuk dönüşü hediye olarak
gidilen yörenin ekmeğini getirmek makbulmüş. Bende Buhara'nın Patern denilen
meşhur ekmeğini almıştım, evde yemek için. Tren yolu kenarında büyük çoğu
kapanmış fabrikalar sıralanmış. Tren yoluna paralel servis yolundan faydalanan
çiftçiler tren yolu kenarındaki arazileri ekmişler. Ama sadece kırk-elli
metrelik bir şerit. Tren yolu kenarındaki otlarla hayvanlarını besleyen
çocuklara el salladım.
Köylerin, kasabaların
etrafları sulama kanalları sayesinde yemyeşildi. Gördüğüm bir şeye o kadar
şaşırdım ki anlatamam. İnsanoğlunun neler yapabileceğinin en güzel bir örneğini
gördüm. Bir su kanalının bir tarafı yemyeşil cennet gibi, diğer tarafında ise
çıplak bozkır uzanıyordu. Sulama ile pazara pahalı ürün üretmek, para kazanmak
çok iyi ama ya arkasından gelen hızlı çölleşme…
Trende çay için sıcak suyun
olduğu anonsları yapılıyordu. Bu uzun yolculuk yeşil çaysız geçmezdi. Sabaha
karşı duşların hazır olduğu anons edilince şaşırıp olmaz böyle şey dedim. İster
istemez çağımızın seyyahlarının içinde bulunduğu konforla, geçmişte bu yollara
düşmüş seyyahları kıyasladım, üzüldüm. Yaklaşık on üç saat süren yolculuğumuz
sabah Taşkent’te Sverniy Vakzalda (kuzey garı) sona erdi. Güzel bir yolculuğu
geride bırakmıştık.
1. Banvolod, Gabriel, Eskiyurt, İstanbul
2. Mehmet Efendi seyahat, İstanbul’dan Orta Asya’ya
Ankara 19813.
3. Wambery Arminius Asya’nın Merkezine Seyahat.
4. Zarcone Therry Yasak Kent Buhara.
5. Peker Ekrem Hayri Özbek Mektupları.