16 Temmuz 2013 Salı

KARA VİCDANLI VAHŞİ AVRUPA

SREBRENİCA KATLİAMI - BOȘNAK SOYKIRIMI;
KITA AVRUPA´NIN KARA VİCDANI!

Remzi UYSAL
Almanya / Lübeck, 15.7.2013

         Srebrenica, Avrupa basınında her ne kadar kanlı katliamının yıl dönümlerinin dışında hakkında fazla bir şeyler yazılıp, çizilmese de; özellikle Türk insanının beyninde ve yüreǧinde silinmesi mümkün olmayan yerini koruyacak, büyük bir yürek yarasıdır.
          10 Temmuz 1995 gününe kadar, Bosna Hersek´in doǧusunda ve Sırp sınırına 10 km uzaklıktaki ve halkının %75,2´si Boşnak olan, adını parlak, gümüş anlamına gelen „srebren“ kelimesinden alan Srebrenica, Boşnak halkı ile Sırp saldırılarına karşı büyük tepkiler vermiş ve Sırplara karşı üstünlükler saǧlamışdı. 
          Srebrenica halkı, Sırbistan Devlet Başkanı Milosevic´in  eski ordu komutanlarından Nasır Oriç´in önderliǧinde  şehirde Sırplara karşı oluşturduǧu güçlü direniş hareketi ile komşu kasabalardan 50 bin Boşnak´ın Srebrenica´ya sıǧınıp canlarını kurtarmalarını saǧlamıştı.  Srebrenica´nın Sırplara karşı vermiş olduǧu başarılı savunma, Boşnak şarkılarına konu dahi olmuştur.
          11  Temmuz 1995 günü Sırp Ordulari komutanı general Ratko Mladic, kasabaya bakan bir tepenin üzerinden Sırp televizyonuna şu demeci veriyordu: Artık „Türklerden“ intikam alma zamanı geldi. Srebrenica´yı büyük Sırbistan´a hediye edeceǧim“ demiştir.
           Burada dikkât edilmesi gereken söylem; faşist Sırp general Radko Mladic, Srebrenica halkını „müslümanlar“ diye deǧil de „Türkler“ diye tanımlamasıdır.  Sırbistan devlet başkanı Milesovic, Sırp halkına ve Sırp ordusuna „büyük Sırbistan“ sözü vermiş ve beyinlerine empoze etmiştir.
          Aynı gün, 11 Temmuz günü, Srebrenica´da barışı saǧlamakla görevli Birleşmiş Milletler mensubu Hollandalı askerler, Sırp faşist güçlere, içlerinde çocuk yaşta olanların dahi bulunduǧu sekiz bin Boşnak erkeǧin otobüslere, cemselere bindirilip, kasaba dışında II. Dünya Savaşı´ndan bu yana dünyanın yaşadıǧı ve tanık olduǧu en kanlı katliamının gerçekleşmesine fırsat verdi. Srebrenica´dan götürülen Boşnaklar, sehir dışında önceden hazırlanmış büyük ve geniş toplu çukurların - hendeklerin kenarlarına gruplar halinde dizilip, katledilip, bu toplu mezarlara gömüldüler.
          Bu katliam, medeni Batı Dünyası´nın büyük bir yüz ve vicdan karasıdır. Bu katliamın emrini kimin verdiǧi pek önemli deǧil. Önemli olan bu katliama, Bosna´da barışı saǧlamak için görevli Avrupalı Birleşmiş Milletler´in ve görevlilerin buna fırsat vermesi ve dünyanın suskun kalması idi.
          Onlarca yıldan bu yana barış içinde ve de azınlıkta olmanın verdiǧi korku ve  de ürküntüsü içinde  yaşayan bu insanlara karşı, hangi gizli el, hangi kara vicdan komşularını kışkırttı ve Avrupa´nın namusuna emanet olan bu insanların kuzular gibi boǧazlanmalarını istedi?
         „Boşnakların büyük bir çoğunluğu, Osmanlıların Rumeli’deki fetihleri sırasında Anadolu’dan o topraklara göç etmiş, bugün Evlad-ı Fatihan denilen insanlardır. Halen günümüz Boşnakça´sında sekiz binden fazla Türkçe kelime ve deyim vardır. Boşnaklar, Osmanlı İmparatorluğu döneminde, Devlet-i Ali’nin en sadık unsurlarındandı. Başta Sokollu Mehmet Paşa olmak üzere yirminin üzerinde sadrazam ve yüzlerce Boşnak asıllı devlet adamı, Osmanlıların bir cihan imparatorluğu olmasına katkıda bulunmuşlardır.“ (Naim Yüksel)
          Batı´nın ırkçı kesiminin Boşnaklara duydukları kin ve nefretin belki de temelinde, Boşnaklar´ın Osmanlı´ya olan sadakatında yatıyor.
          1877-78 Osmanlı-Rus savaşı sonucu Bosna’nın kaybedilmesinden bu güne kadar Boşnaklar, tam dokuz kez soykırıma uğramışlardır.  Boşnakların önemli bir kısmı bugünkü Türkiye topraklarına göç etmek zorunda kalmıştır.
          Boşnaklar diye bilinen bu insanların bir kısmı, Osmanlı´nın Ruslar karşısında kaybettikleri „93 Harbi“ (1976-78)  sonunda, Anadolu´ya göç etmişlerdi.  Bosna ve Hersek bölgelerinde kalanlar ise, Avrupa´nın ortasında kalmış Türk-islam kültürünün son unsurları idiler. 
          93 Harbi sonunda Boşnaklar´ın bir kısmı kafileler halinde topraklarını terk ederek bugünkü Türkiye´ye  göç için yola koyulurlar. Çok zor koşullarda ve de arkadan gelen düşmandan da kaçabilmek için yola çıkan kafilelerin yarıdan fazlası Edirne´ye ulaşamadan yollarda yaşamını yitirir.  Bu konuda elimizde tek belge, Tercüman gazetesinin „1001 Temel Eserleri“ arasında yayınlanan  „Eski Zaǧra Müftüsü Recai Efendi“nin hatıralarıdır.
          Boşnaklar, 93 Harbi sonrasında, 1991 - 1995 Bosna Savaşı ve dolayısıyla Serbrenica katlıamına kadar tam sekiz defa katliam yaşamışlardır.
          Fatih Sultan Mehmet´in Belgrad ve yöresini Osmanlı topraklarına katmasından sonra, Anadolu´dan Konya ve Aydın yörelerinden  göç eden Türkmenler ve Bosna ve yöresine yerleştirilir.
           Bosna´nın yeni konukları Türkmenler, Osmanlı´nın en batı uç bölgesinde olmalarından, kısa zamanda yerli halklarla kaynaşıp, Sırp ve Hırvatlar´ın da kullandıkları, şive farkı da olsa,  yerli dilini benimsemişlerdir.
          Boşnaklar yaşadıkları topraklarda komşuları ile  aynı dili konuşan insanlardır. Komşularından farklı bir dine sahip olan Boşnakların, mensup oldukları İslâm dini, Yugoslavya yönetimi tarafından da hüviyetlerine milli kimlikleri „Müslüman“  olarak kaydedilmişti.
          Bosna ve Hersek´de yaşayan Boşnaklar bugün halen günübirlik dahi İstanbul´a, bilhassa Kapalıçarşı´ya alışverişe gelirler. Onlar için Türkiye halen güven duydukları bir baba ve büyük aǧabey gibidir. Bugün bile nerede bir Boşnak ailesini ziyaret etseniz, size ilk yapacakları ikram Türk kahvesi „Kahva“ dır.
          Bu insanların ataları,  Osmanlı´nın Batı Balkanlar´da uç kalesi olup, Osmanlı ordusunun gözü pek tımar ve sipahileri idiler. Osmanlı´nın Avrupa´da yaptıǧı fetihlerde, bu gözü pek ve fiziki yapıları ile dikkât çekici ve etkileyici Boşnakların önemli rolü olmuştur.
          Bu durum dahi, Yugoslavya´daki eǧitim sisteminde sürekli vurgu yapılıp, hafızalarda taze tutulmuştur. Bu yolla da olsa yıllarca Sırp ve Hırvatlar´ın bilincaltına „Boşnak – Türk Düşmanlıǧı“  yerleştirilmeye çalışılmıştır.
          Osmanlı´ya ve Türk´e  Avrupa´da duyulan ve küllerin altında tutulan nefret ve kin ateşi,  bugün bile eski Yugoslavya sınırları dışındaki bazı ülkelerde de yerini halen korumaktadır. 
          Peki, bu durum Avrupa´nın bazı siyasetcileri için bugün farklı mı? Șüphesiz ki deǧildir. Bosna´da Osmanlı Türkü´ne duyulan öç , 1991 ilâ 1995 yılları arasında alınmıştır. Kinin ve nefretin kalan bölümü de küllerin altında  uykuya yatırılmıştır.
          Farklı din ve kültür kimliklerine mensup insanların birlikte yaşamaları Avrupa´nın kalbinde hançerlenmiştir. Șayet, tarihin sayfaları arasına dalıp, geçmişle ilgili öç alma duyguları uluslarda debreşip ve kışkırtılmaya devam edilise, yaşadıǧımız dünya tam bir cehenneme dönebilir.
          Dört yıl süren Bosna Savaşı´nda katledilen Boşnakların sayısı onbinlerce olduǧunu yeni tarih kayıt düşmüstür. 250 bin Boşnak topraklarından çıkarılmış, Avrupa´nın deǧişik ülkelerine, ABD ve de Kanada´ya  iltica etmek zorunda bırakılmıştır.
          O günleri, o acılı insanları çok iyi anımsıyorum. Lübeck ve çevre kasabalara yerleştirilen mülteci Boşnaklarla yoǧun bir ilişki ve dayanışma içinde olmuştuk. 
           Tarih, insanların, kültürlerin barış ve huzur içinde yaşaması için iyi bir yol gösterici olabileceǧi gibi, sahte medeniyet davranışı ve görüntüleri içinde olan bazıları için de saklı bir kin ve nefret küpüdür.
            1930 ´lu yılların başlarında Almanya´da hem de seçim sandıǧı ile  gelen  ve tarihin kaydettiǧi en büyük katillerden biri olan Adolf Hitler´in iktidara gelmesi ile  Yahudi bilimadamlarının üniversitelerden çıkarılmaya, Yahudi dükkanlarından alışveriş edilme yasaklarının başlaması ile Almanya´da Yahudi katliamının ve II. Dünya Savaşı´nın  sinyalleri verilmeye başlanmıştı.
          Prof. Dr. Fritz Neumark;  II´nci Dünya Savaşı öncesi Hitler Faşizmi´nden kaçan ve ABD yerine Atatürk'ün Türkiyesi´ni tercih eden bilim adamlarından biridir. Prof. Dr. Fritz Neumark, bir Boğaziçi gezisinde öğrencilerinden birinin bir sorusu üzerine, Avrupalı´nın Türkleri neye sevmediğini uzun anlatır.
          Avrupalı, Prof. Neumark´a göre haksız da sayılmaz. "Avrupalı Türkleri neye sevsin ki…..Osmanlı beşyüz yıl, Avrupalı´nın ensesinde at koşturmuştur." Prof. Neumark, verdiği önemli yanıtına şunu da ekler: "Ama Tarihten Türkleri çıkaracak olursak, tarih biter ve tarihin tekrar yazılması gerekir."
          Umarız ki tarih ve bu acı olaylar; her bireyin ve ulusun yaşadıǧı coǧrafyada, bundan böyle diǧer bireylerle, deǧişik kültür grupları ve uluslarla barış içinde yaşamayı öǧrenmes için bir rehber olur.

12 Temmuz 2013 Cuma

Bekir Öztürk’ün son kitabı: “ÇAPULCU”

Bekir Öztürk’ün son kitabı “ÇAPULCU” çıktı
“Polis Darbesi” kitabıyla AKP Hükümetinin ülkeyi nereye götürmek istediği konusunda önemli tespitler yapan Bekir Öztürk; “Bu iddiaları bu gün abartılı bulabilirsiniz ancak bu kitabı okuduğunuz günden itibaren karşılaştığınız ve polisin taraf olduğu her olayda aklınıza bu kitap gelecek, her seferinde ‘Polis Darbesi kitabı gerçekleri yansıtıyormuş’ diyeceksiniz.” diyerek adeta polisin son bir ay içinde uyguladığı vahşeti işaret ediyordu.
Bekir Öztürk, Polis fetişizminin ortaya çıkardığı sonucu ise Togan Yayınevinden çıkan “ÇAPULCU” isimli kitabında ayrıntılarıyla anlatıyor.
Başta AKP’nin iktidar olmasında ve bu güne kadar iktidarda kalmasında etkili olan “Liberal Aydın” lar olmak üzere çok sayıda AKP destekçisinin milyonlarca eylemciye “Çapulcu” diyen Tayyip Erdoğan’a karşı yaptıkları eleştirilere de kitabında yer vermiş.
Kitabın arka kapağında yandaş ve muhalif kanadın önemli yazarlarının değerlendirmelerine yer verilmiş.
İşte Kitabın arka kapağındaki görüşler;

Emin Çölaşan; Son olaylar sadece Tayyip’in karizmasını çizmekle kalmadı, ülkemizi yurtdışında da rezil etti. Aslında hiçbir şey bilmiyor, nutuklarını eline danışmanları tarafından tutuşturulan notlardan okuyor. Pot kırıyor, gaf yapıyor, vecizeler yumurtluyor… Sonra başkaları onun kırdığı potları tamir etmek için açıklamalar yapıyor.
Bekir Coşkun; On senedir anlatamadık; diktadan, faşizmden, yıkımdan, kinden, nefretten, intikamdan demokrasi çıkmaz…
Demokrasi, çağdaş insanların rejimidir…
Ve dünya gördü…
Bundan “Başbakan” olmaz…
Yılmaz Özdil; Milyonlarca tweet atsınlar, bizim tek bir besmelemiz oyunları bozar. Biz ellerimizi semaya açıp duamızda, Arafat’ta, vakfemizde, namazda direniriz. Onlar camilerimizde içki içsinler, bu milletin ya Allah, ya fettah demesi bütün hesapları altüst eder. Onlar yaksınlar yıksınlar yağmalasınlar, bizim tek bir la havlemiz tuzağı bozar (….) Bırak milli iradeyi, demokrasiyi… Vatikan’daki Papa seçimlerinde bile din bu kadar kürsüye taşınmaz.
Şükrü Alnıaçık; Başbakan Erdoğan, 11 yıldır partisinin parlamento üstünlüğünü kullanarak bütün meşru kamu yönetimi mekanizmalarını, sol- liberal, ve diğer rejim karşıtı güçlerin desteği ile kontrol altına aldı.
Cengiz Çandar; Bu satırların yazarı, Ak Parti’yi iktidara getiren ‘geniş koalisyonun muhtemelen sonsuza dek sona ermiş olabileceği’ hükmünü veriyor.
Hasan Cemal; Gezi gözaltıları’ hızlanıyor, ‘Duran Adamlar’ içeri alınıp sorgulanıyor. Anlaşılan o ki, bir cadı avı start almış durumda, yazık.
Ahmet Altan; Başbakan’ın tek adam olmasından kendine siyasi ikbal devşirme hayalleri olanlar var ama bütün AKP’liler öyle değil, Erdoğan’ın tek adamlığı için bütün ülkeyi yakmayı göze alacak mısınız?
Dücane Cündioğlu; Taksim Parkı İstanbul’un gamzesidir, üzerine beton dökülmemeli, bilakis kışla + Avm ihtirasına gem vurulmalı! Taksim direnişi İstanbul’un tarihinde İstanbul’un yüzüsuyu hürmetine gerçekleşen ilk direniş!

Mehmet Altan; Ak Parti kendi lehine olmayan her hareketin arkasında kendisini devirmeye yönelik büyük bir tehlike görüyor…