19 Ekim 2012 Cuma

BİZ KONUŞTUĞUMUZ DİLİN DEĞİL YAŞADIĞIMIZ KÜLTÜRÜN SOYUNU TAŞIYORUZ; Neslihan Sultan PALA


Kıl Çadırdan Türkmen Derneği Başkanlığı’na uzanan
bir hayat hikayesi…
BİZ KONUŞTUĞUMUZ DİLİN DEĞİL
YAŞADIĞIMIZ KÜLTÜRÜN SOYUNU TAŞIYORUZ
Neslihan Sultan PALA
Yalnız ülkemizin değil tüm dünyada cadı kazanları kaynatılmakta. Bahar masallarıyla kara kış uykularına uyutulan dünyamızın her yerinden, “ayrıştırma, ötekileştirme, asimilasyon ve böl-parçala-yok et taktikleriyle” kan ve gözyaşı akmakta. Bu uğurda din de, ırk da, millet de kullanılmakta, bu uğurda tarih karalanmakta, toprağa göz dikilmekte, kardeşler birbirine düşürülmeye çalışılmakta. Bu uğurda can acıtılmakta, canlar yakılmakta, canlar alınmakta.
Bütün bu hay hengamenin içinde durup-düşünebilen insanları sağduyuya davet eden aklı selim birini keyifle ağırlıyoruz satır aralarımızda. “Muş ovasında Bingöl yaylalarında, Ahlat yaylalarında, Barak Ovası’nda, Toroslarda, Karacağ’da, Munzur’da insanlarımızın dokudukları kilimin motifi aynıysa, kıl çadırı aynıysa, göçer kültürü aynıysa temel yaşam felsefesi aynıysa, özetle halklar bu kadar uyum içinde yaşıyorsa, neden bu sıkıntılar var? Bunu iyi tahlil etmek gerekir. İnsanımıza her konuda sahip çıkmalıyız. Özelikle eğitim konusunda. Şunu iyi bilin, siz sahip çıkmasanız başkaları sahip çıkar ve size karşı kullanır” diyen Karacadağ Türkmen Derneği Başkanı Sn. Nusret Kaya açık yüreklilikle sorularımızı cevaplandırıyor. Röp. Neslihan Sultan PALA
Neslihan Sultan PALA- Biz sizi tanıyoruz ama okuyucularımız için bir kez daha sormuş olalım. Kimdir Nusret Kaya?
Nusret KAYA- Şanlıurfa Siverek Karacadağ eteklerinde bulunan Çıkrık köyü Kavurma yaylasında sonbaharın ilk aylarında “Göçer”lerin kışlak için göçe hazırlandığı aylarda 1975 yılında kıl çadırında dünyaya geldim. İlköğretim okulunu Çıkrık köyü ilkokulundan mezun oldum. Şehir hayatını ilkokul diploması almak için fotoğraf çekmek amacıyla amcamla Siverek ilçesine giderken gördüm. İlkokulu okuduğumuzda öğretmen yokluğundan yılda anca 2-3 ay öğrenim görebiliyorduk. Köyde elektrik yoktu televizyon seyretme imkanımız da yoktu. Türkmen olmama rağmen ancak Türkçe konuşmayı ortaokulda öğrendim. Ortaokulu Siverek ilçesinde babamın aile dostu olan bir Arap ailede kalarak okudum.45 günde Arapça da konuşmaya başladım. Liseyi Şanlıurfa merkezde okudum.1999 yılında Hacettepe Üniversitesi Anestezi bölümünden mezun oldum. Şuanda özel bir Hastanede anestezist ve Genel sağlık koordinatörlüğü görevlerini yürütmekteyim. Bununla birlikte 2007 yılında kurucusu olduğumuz KARACADAĞ TÜRKMEN DERNEĞİ’nin başkanlığını yapmaktayım.
“TÜRKMEN OLMAMA RAĞMEN TÜRKÇE KONUŞMAYI ORTAOKULDA ÖĞRENDİM”
Neslihan Sultan PALA- “Kıl çadırda dünyaya gelmek ve göçer bir hayat yaşamak” bugün bizim hiç de alışık olmadığımız enstantaneler. Her iki yaşam şartlarını da yaşamış şanslı ve özel bir insan olarak bir karşılaştırma yapmanızı istesek, bir yörük için göçer hayatı ne anlam ifade etmektedir?
Nusret KAYA- Tamamen doğal bir hayat doğal yaşıyorsunuz, bütün dünyanız o andaki yaşadığınız yayla ve yaşadığınız ortam. Sosyal hayatınız hayvanlarla, tabiatla iç içe olmak. Sevdiğin bir kuzu olur onu süslersiniz tüm dünyanız o an odur. Yediğiniz içtiğiniz her şey özeldir. Örneğin anneannem daha yumuşak olsun diye keçi tiftiğinden eldiven yapardı. Gençliğimize çeyiz olarak kilimler heybeler döşekler hazırlanırdı.Giyimlerimiz kıyafetlerimiz hep doğaldı. Eskileri anlatıyorum gibi geliyor size belki ama ben aslında 90’ları anlatıyorum.
Bizde o zaman elektrik de yoktu. Ben çizgi film kahramanları falan bilmezdim. Sonradan öğrendik işte. Orada beyniniz daha rahat daha sakinsiniz ama daha da duygusalsınız. O duygusallığınızı sanalda, internette değil de, gerçekten yaşıyorsunuz. Bir çobanın kaval sesine hüzünleniyorsunuz mesela.
Orada hedefler farklı. Hayatla ilgili planlar daha belirgin. Evleneceksiniz birçok çocuğunuz olacak, koyunlarınız keçileriniz olacak gibi. Ancak o zamanlar biz “Türkmenler” dediğimizde sadece kendimizi biliyorduk ve o dönemlerde de vatan aşkı bayrak aşkı devlet ve toprağın kutsallığı bugünkü gibi bizim için çok önemliydi.
Sonradan yalnız olmadığımızı öğrendik, şehirleşme hayatımıza girince dünyada 350 milyona yakın Türk’ün olduğunu, bunların hepsinin “bir” olması gerektiğini “birlik” içinde olması gerektiğini anladık. Ve sadece bizim köyümüzle bu işin bitmeyeceğini anladık. Bu duygularla Karacadağ Türkmen Derneği’ni kurduk.
Neslihan Sultan PALA- Derneğinizin sitesini incelediğimde tarihçe bölümünde şu bilgilere rastladım. “TIRKAN / TÜRKAN / TİRKANLI AŞİRETİ: TÜRKLER anlamına gelir. Osmanlı Tahrîr Defterlerinde "Ekrad ve Yörükan Taifesinden" gösterilmişlerdir. OĞUZLAR´ın 24 boyundan biri olan BEĞDİLİ boyuna mensupturlar. Önceleri KARAKEÇİLİLER´e tâbi iken sonradan Viranşehir´de (Urfa) bir derebeyi olan İbrahim Paşa bunları MİLLÎ aşîretine bağlamıştır. TÜRKAN aşîreti mensupları, TÜRK olduklarını bilen, Kurmançca konuşan bir TÜRK aşîretidir. Aşiretin en kalabalık olduğu yer Siverek’tir (Urfa).”  Tirkan aşireti Karacadağ’da mı yer almaktadır?
Nusret KAYA- Karacadağ eteklerinde 58 Tirkan Türkmen köyü bulunmaktadır. Başta Siverek olmak özere Hilvan, Ceylanpınar, Şanlıurfa merkezde ve Diyarbakır da Tırkan aşiretı yerleşmiş bulunmaktadır. Bunlar yakın zamanda köyden şehre yerleşen aileler. Bir de Karacadağ’dan başka şehirlere göç eden akrabalarımızla da derneğimizi kurduktan sonra tanıştık. Kırşehir de Karacakurt aşireti, Mersin Erdemlide Boynu inceli aşireti, G.Antep Barak ovasında Tirkanlı aşireti, Diyarbakır Bismil ilçesinde Tirkanlı ve Elazığ’da Tirkanlı aşiret mensubu akrabalarımızın varlığından haberdarız. Ve bu aşiretlerle iletişime geçip; düğünlerde, taziyelerde ve özel gönlerde görüşmelere başladık.
Neslihan Sultan PALA- Dernek bu anlamda amacına ulaşmış görünüyor. Aidiyet duygusu bu noktada çok önemli olsa gerek. Peki bize Urfa’nın etnik kimliği hakkında neler söyleyebilirsiniz? Yani istatistiksel olarak yaklaşık değerlerle ne kadar Türkmen, ne kadar Kürt, ne kadar Arap, ne kadar Kürt, ne kadar dönme diye tabir edilen (farklı dinlere ve ırklara mensup) halk vardır?
Şanlıurfa bilindiği üzere feodal bir yapıya sahiptir. Bilinen bütün büyük aşiretler isimleriyle de bilindiği gibi Türkmen aşiretleridir. Örneğin Karakeçili aşireti (Kayı Karakeçilidir ve Kürtçe konuşurlar), Badıllı aşireti (Beydilli boyudur Kürtçe konuşurlar), Karahan aşireti (Zazaca konuşuyorlar), Canbeyli aşireti, Döger aşireti, Tirkanlı aşireti, İzollu aşireti (Malatyadaki İzollular Türkmen derneği kurmuşlar ve Türkçe konuşuyorlar), Mersavi aşireti (Yozgat ve Elazığda. Mersavi aşiret mensupları Türkçe konuşurlar ve Türkmen olduklarını söylerler, Urfa’daki aşiret mensupları Kürtçe konuşuyorlar), Kıssas beldesi (Alevi Türkmenleridir ve Türkçe konuşurlar), Bozova Yaslıca Beldesi (Türkçe konuşurlar Türkmen’dir).
Urfa’da Avşar’larında olduğu bilinmektedir. Akçakale ve Harran’da Arapça konuşan Türkmenlerin varlığı da bilinmektedir. Halfeti ilçesi ve Birecik ilçeleri çoğunlukla Türkmen boyu aşiretleri yerleşmiştir. Bunlar şu anda hatırladığım aşiretlerdir.
Neslihan Sultan PALA- Karacadağ Türkmen Derneği’nin amacı nedir?
Nusret KAYA- Başta bölgemiz olmak üzere, ülkemizin her köşesinde kardeşlik, dayanışma ve yardımlaşma esaslarını geliştirmek derneğimizin esas amacıdır. Birlik ve beraberliğimizin temeli olan kültürümüzü araştırmak, yaşamak, geliştirmek, yeni kuşaklara ve geniş kitlelere tanıtmak, sıkıntılarımızı, sorunlarımızı gidermek ve kalkınmayı sağlamak amacıyla projeler üretmek, çalışmalar yapmak ve sorunları ilgili makamlara iletmek de hem diğer amaçlarımız hem de yöntemlerimiz olarak sıralanabilir.
Neslihan Sultan PALA- Sıkıntılarımızı, sorunlarımızı gidermek dediniz. Bahsettiğiniz sıkıntı ve sorunlar nelerdir, biraz açabilir misiniz?
Nusret KAYA- Doğa insana müthiş bir yaşam disiplini veriyor. Gün güneşle başlar.  O doğal yaşam, o kıl çadırındaki yaşam dışardan çok zor görünür ama o yaşamı o şekilde de korumak lazımdır. Yaylaya gittiğinizde o insanların psikolojisini çok iyi anlayabiliyoruz. Her ne kadar onlar içinde bulundukları durumu kabullenmiş olsalar da, bizler gerek eğitimle gerekse şehir hayatına adapte olmamız sebebiyle bazı şeylerin daha çok farkındayız.
Biz katıldığımız panel ve seminerlerde de bu konuyu konuşuyoruz: “Oradaki şartları iyileştirelim ama o doğal şartları bozmayalım”. Ulaşım, arıcılık, hayvan yetiştirmeciliği, su kaynaklarının kullanımı ve benzeri konularda devlet gerekli hizmet ve yardımı sunabilmeli, kişilere sertifikalı programlar hazırlamalı. “Bu konuda neler yapılabilir?” derseniz örneğin yaylalarda yaşayanlar için okullara ulaşımı sağlama noktasında taşımalı eğitim sağlanabilir. Sağlık konusunda gezici sağlık hizmetleri oluşturulabilir. Yani şartların kolaylaştırılması ve oradaki insanların daha uygun şartlarda yaşamasını sağlamak çok önemlidir.
Neslihan Sultan PALA- Derneğinizin faaliyetleri hakkında bilgi verebilir misiniz?
Nusret KAYA- Biz önce kendi içimizde birliğimizi ve beraberliğimizin oluşması için çalışmalar ve birçok toplantı yaptık. Şükür bunu sağladık, herkes barış ve huzur içinde. Derneğimiz kurulmadan önce gerçekten Karacadağ bölgesinde bulunan Türkmen köyleri devletin bütün nimetlerinden mahrum bırakılmıştı. Biz muhtarlarımızla ve Aksakalı heyetimizle toplantılar yaparak sorunları dinledik. Yönetim kurulu olarak sorunları rapor halinde hazırlayıp ilgili mercilere sürekli sunduk.
Eğitimin çok önemli olduğuna inanıyoruz. Demin de bahsettim, Çıkrık Köyü İlköğretim Okulu’na 2 bin kitaptan oluşan bir kütüphane kurduk. Bu eğitim döneminde de ikinci kütüphanemizi kuracağız İnşaallah. Tabiki bu da Türkiye’deki Türkmen dernekleri ve federasyonları destekleriyle oluyor. Emeği geçen herkese teşekkür ediyoruz. 2012 yılında hiç şehir görmemiş 250 öğrenciyi iki gurup halinde Şanlıurfa’yı gezdirdik. İl Emniyet Müdürlüğümüze desteklerinden dolayı teşekkür ediyoruz.
Karacadağ’da her yıl yaklaşık 10 bin fidan dağıtıyoruz. Şanlıurfa İl Orman Müdürlüğü desteğiyle. Kendilerine teşekkür ediyoruz. Taş toplama projemizi Tarım Reform Genel Müdürlüğümüze sunduk çalışmalar devam ediyor.  SODES’e (Sosyal Destek Projeleri) 3 proje hazırladık destek alamadık. Karacadağ’da kadınlarımız için kıl çadırı, halı, kilim dokuma atölyesi bunlardan biriydi. Karacadağ’da köyler arası geleneksel futbol turnuvası 3 yıl düzenledik. Türkiye’deki bütün Türkmen şölenlerine Şanlıurfa’yı temsilen katılıyoruz. Batıya mevsimlik işçi olarak giden insanlarımıza sahip çıkılması ve desteklenmesi için batıdaki Türkmen Dernekleriyle ortak çalışmaları yapıyoruz. Orada yerinde işçilerimizi ziyaret edip sahip çıkıyoruz. Başta Adana ve Kırşehir illerimiz olmak üzere, Türkmen dernekleri ve federasyonlarının topladığı giyim yardımlarını köylerimizde ihtiyacı olan ailelere dağıtıyoruz. Yönetim kurulumuzun destekleriyle bölgede 8 cami ve 1 Kur’an kursu tadilat ve halı döşemesini yaptık. Her yıl düzenli olarak muhtarlarımıza ve aksakallı heyetimiz başta olmak özere üyelerimizin de katıldığı iftar yemekleri düzenliyoruz.
“HALKLAR BU KADAR UYUM İÇİNDEYKEN NEDEN SIKINTILAR VAR? BUNU İYİ TAHLİL ETMEK GEREKİR”
Neslihan Sultan PALA- Son zamanlarda çok konuşulan bir konuya değinelim şimdi. Türkmenler’in Kürtleşmesi ve Kürtler’in Türkleşmesi noktasında neler söylemek istersiniz? Bu durum bir tehlike midir? Bir asimilasyon mudur? Kaos ve kargaşa mı oluşturur?
Nusret KAYA- İnsanoğlu aslını ve feslini bilmelidir. Önemli olan bunları ayrılık unsurları yapmamaktır. Bakın Güneydoğuda birçok inançta ve birçok dilde konuşan insanlar yaşamaktadır ve aşiretler bulunmaktadır. Bu farklılıklardan dolayı asla aşiretler arası husumet bulunmamaktadır.
Halklar bu kadar uyum içinde yaşarken neden sıkıntılar var? Bunu iyi tahlil etmek gerekir. Güneydoğu’da Kültür ve Turizm bakanlığı güzel çalışmalar yapabilir. Örneğin Muş ovasında Bingöl yaylalarında, Ahlat yaylalarında, Barak Ovası’nda, Toroslarda, Karacağ’da, Munzur’da insanlarımızın dokudukları kilimin motifi aynıysa, kıl çadırı aynıysa, göçer kültürü aynıysa temel yaşam felsefesi aynıysa… Bunu çok iyi düşünmek lazım.
Yaşam şeklimiz aynıdır, kültürümüz aynıdır. Ama insanlarımız birbirinden çok uzak ve ön yargılı olmuş maalesef. Biz birbirimizi görerek yaşayarak değil söylemler özerine tanıyoruz buda bizi birbirimizden uzaklaştırıyor. Ben kendi aşiretim için şunu şöylüyorum: “Biz konuştuğumuz dilin değil yaşadığımız kültürün soyunu taşıyoruz”.
“İNSANIMIZA HER KONUDA SAHİP ÇIKMALIYIZ. ÖZELİKLE EĞİTİM KONUSUNDA. ŞUNU İYİ BİLİN, SİZ SAHİP ÇIKMASANIZ BAŞKALARI SAHİP ÇIKAR VE SİZE KARŞI KULANIR”
Neslihan Sultan PALA- Bu durumda -özellikle Türkmenler’in uyanışı şeklinde söylemlerin sıklıkla vurgulandığı bir dönemde- kişilerin özünü bulmasının önemine de vurgu yapmak gerekir değil mi?
Nusret KAYA- Kişiler özünü bulduğu zaman başkalarına çabuk malzeme olmaz. Öz iradesiyle hareket eder işte o zaman gerçek kardeş olduğumuzu anlayacağız. Aslında ayrı gayrı olmadığımızı anlayacağız.
Neslihan Sultan PALA- Büyük Ortadoğu Projesi’nin amacı tıpkı yıllar öncesinde olduğu gibi petrol rezervlerine sahip Müslüman ülkeleri birbirine düşürüp sonra da orada asayişi ve huzuru sağlama adına bölgeye gelmek ve siyasi iradeye hakim olmak. Bu noktada tarihi süreç içinde yaşananlar herkesçe malum. Bu proje kapsamında özellikle doğu ve güneydoğuda bir Kürdistan kurma hayali de yer almakta ve gençlerimiz bu minvalde yönlendirilmekte. Ne acıdır ki Kürtçe konuşan herkes kendini Kürt, Türkçe konuşan herkes de kendini Türk zannetmektedir. Soru şu. Sizin derneğiniz özellikle PKK ile mücadele konusunda halkları bilinçlendirme noktasında nasıl hareket etmektedir?
Nusret KAYA- Dediğim gibi, gerçek tarihi ve kültürel çalışmalarla kendi özümüzü anlayacağız, tanıyacağız. İnsanımıza her konuda sahip çıkmalıyız. Özelikle eğitim konusunda. Şunu iyi bilin, “Siz sahip çıkmasanız başkaları sahip çıkar ve size karşı kullanır”.
İnanç da çok önemli bir konu. Biz her şeyden önce insanız ve Elhamdülillah Müslümanız. Dinimizin gereklerini de unutmamalıyız. Dinimiz okumayı ve kardeşçe yaşamayı emrediyor.
Neslihan Sultan PALA- Siz “Ben Türkmen’im ancak aşırı milliyetçi bir kimliğim yok diyorsunuz. Önemli olan insan olmak noktasından hareket eden bir başkan olarak, aşırı milliyetçiliğin zararları hakkında neler söyleyebilirsiniz?
Nusret KAYA- Her şeyin aşırısı zararlı olduğunu düşünüyorum. Aşırılık insanları kör eder. Gerçekleri görmesini engeller. Tabi bu bazı değerlerde taviz verme anlamına da gelmez.
Neslihan Sultan PALA- Toplumsal ayrışma ve ötekileştirme kanayan bir yara. Toplumda ötekileştirmenin önüne nasıl geçilebilir?
Nusret KAYA- Birbirimizi çok iyi anlamalıyız. Biz karşılıklı konuşarak bütün sorunların çözülebileceğine inanıyoruz. Bir de asla ön yargılı olmamalıyız. İnsanlarımızla ancak bu şekilde daha rahat diyalog kurabiliriz. Toplumumuzda muhakkak ortak yanlar vardır yaklaşırken daha çok bunları dikkate almayız.
Neslihan Sultan PALA- Derneğinizin bundan sonraki hedefleri nelerdir? Bu konularda toplumdan ve medyadan neler beklemektesiniz?
Çok çalışmalıyız. Yapılacak çok iş var. Toplumun ötekileştirmeden birbirine sahip çıkması lazım. Bizler de ancak aracılık yaparız. Medyada gerçeklere sahip çıkmalı.
Neslihan Sultan PALA- Bize verdiğiniz kıymetli zamanınız için çok teşekkür ederim. 
Nusret KAYA- Ben teşekkür ederim.
Neslihan Sultan PALA

KÜRDİSTAN’IN RESMİ DİLİ


 KÜRDİSTAN’IN RESMİ DİLİ
Mustafa Nevruz SINACI
            Tarih boyunca Türk Milleti’ni bölmek, parçalamak ve yozlaştırmak isteyenler sürekli “dil” faktörünü kullanmışlardır. Bu meyanda Hun (Macar), Bulgar ve Kırım (Tatar) Türkleri örnek gösterilebilir. Daha çok örnek vermek de mümkün. Ama gerçek şu ki; Millet olmanın ve millet olarak kalmanın başta gelen öğesi, olmazsa olmaz şartı dil’dir.
Kendine özgü, orijinal ve objektif, kadim dil’den yoksun topluluklar, marjinal yığın ve aykırı akımlar olup; “Millet” vasfını haiz değildirler. Dolayısıyla, hukuk boyutunda ayrı millet muamelesi göremezler. Uluslar arası kabul, kural ve evrensel hukuka göre: Bir ‘Resmi devlet’ lisanı vasfına haiz olmayan dil’ler; “lehçe veya ağız” kabul edilir. Bu ağız ve lehçeleri; “etnik dil” sahtekârlığı ile değil; Samimi ve insani “ana dil” algısı biçiminde konuşanlar hoşgörü ile karşılanır; Olağan hal ve doğalda, kültürel bir zenginlik olarak yaşatılmasına çalışılır.
Konumuz: Kürtçe, mütemmim unsur ve türevleri gibi; Her hangi bir ağız, lehçe, taklit, alıntı ve uyduruk söylemlerin; Bir sistem dâhilinde tevhit ve organize biçimde sentezlenerek; Sun-i bir dil ve millet yaratmaya matuf “insanlık suçu” kalkışmalarıdır. Bilhassa, insani, ilmi değerler yoksunu, vahşi ve cahil Batı tarafından bu suçun her işlenişi; Dünya’ya çok pahalıya mal olmuş; Gezegenin geleceği kâbusa dönmüş, yaşanan kargaşa, acı ve ıstırap, yeni nesilleri hayali sükûtlar ve derin hüsranlara sürüklemiştir. Dolayısıyla bu cürüm’e asla izin vermemek;  tekrarını men ve müteşebbislere “yataklıktan” şiddetle kaçınmak, bir insanlık görevidir..   
TC HÜKÜMETİ İNSANLIK SUÇU İŞLİYOR
İşte bu cihetle; Birbirinden çok farklı ağız ve lehçeleri, devlet eliyle tevhit ve Türk parasıyla; Milli mutabakat ve toplumsal rıza hilâfına teşkil etme cüreti gösterilen bir TRT-6 (şeş) kanalı en açık tabiriyle: İnsanlık Suçu işlenen menfur bir faaliyettir. Bu insanlık dışı hain kalkışma; Kürt dili olduğu varsayılan ağız ve lehçeleri sentezlemekte; Uyduruk bir söylemi bilim, sanat ve edebiyata uyarlamakta; Böylece “millet yaratmanın zorunlu kıldığı” tek dil, tek ağız ve tek lehçe sistematiği inşa edilmeye çalışılmaktadır. Menfur projenin arka plânında Türk, insanlık ve İslâm düşmanı ABD-AB ve lânetli işbirlikçileri vardır. Dayattıkları insanlık dışı bir süreçtir. Hükümet buna alet olmakta, gaflet ve dalâletle süreci hızlandırmaktır.
Oysa dünyada binlerce dil ölmekte, silinmekte ve yok olmaktadır. Kürtçe de; Asla dil özelliğine sahip olmadığı için, bu ölen ve yok olan ağız ve lehçeler arasındadır. Ama Türkiye Cumhuriyeti hükümeti şu anda; Helâl’lık alınmayan halk parasıyla hem bir dil oluşturmak ve hem de; Türkiye Kürtlerinin rıza ve muvafakati hilâfına terör-tedhiş eşkıya örgütünün sahibi taşeron unsurların dayatması sonucu: Yakın bir gelecekte mutlaka “bölünme ve parçalanma” nedeni olacak “bölücü bir millet yaratma” çabasındadır!..
AKP hükümeti bunun, derhal farkına varmalı, idrakinde olmalı ve hainliğe uyanmalı.. Mezkür hukuk ve ahlâk dışı, aykırı TV yayınını acilen kesmeli; Devlet eliyle dil çılgınlığına acilen son vermelidir. Bırakın, “çok istiyorlarsa” devlet denetiminde ve “ana dil” bağlamında insani çerçevede kendileri bir televizyon kurup, yayın yapsınlar. Zira mesele, asla masum ve müsemma bir olaydan ibaret değil, menfur bir ihanet projesidir. Üstelik projeyi dayatan hain güruh (AB/ABD) devleti ve millet parasını kullandıracak kadar alçak ve küstahtır biline!... 
            KÜRDİSTAN’IN RESMİ DİLİ İNGİLİZCE
            Aslında inanılması güç.. Meğer bakın gerçekmiş.
            Kuzey Irak'ta resmi dil neden ve niçin İngilizce acaba?...
            İşte, tekmil bir kitap bazında izah ve açıklamalı cevap: 
            “Yeni anayasa çalışmaları ve Arınç'ın Diyarbakır Emniyet Müdürü'ne destek vererek yaptığı "açılım" güzellemeleriyle birlikte bugünlerde televizyon ekranlarında sıkça tartışılan, gazetelerde bazı köşe yazarları tarafından "özgürlük, hak, vs" gibi "beylik" lâflarla savunulan bir konudur Kürtçe eğitim. Konuşmak, hele bilmeden konuşmak bizim ülkemizde çok kolay.
Ama sahiden de Kürtçe eğitim olabilir mi? Bu konuyu inceleyen bir kitaba, en azından ben bugüne kadar rastlamadım. Abdullah Öcalan'a bile Kürtçeyi mi Türkçeyi mi daha iyi bildiği sorulduğunda "Ne Kürtçesi, ben rüyamı bile Türkçe görüyorum" demişti. Peki, PKK?
            Onlar kendi içlerinde Kürtçe mi kullanıyordu? Elbette hayır. Bütün iç yazışmalarını Türkçe yapıyorlardı. Eğitimleri, propaganda kasetleri, Öcalan kitapları hep Türkçeydi.
Çünkü Kürtçe ile herkes anlaşamıyordu. Ben aslında bu konuda size bildiklerimi anlatmıyorum. Kürtçe eğitim sorunu konusunda yeni çıkan ve çok çarpıcı bilgilerle dolu bir kitaptan nakiller yapıyorum….” 
YENİ BİR DİL VE DEVLET YARATMAK
Mehmet Yiğittürk’ün açıklama, aydınlatma ve uyarıları şöyle devam ediyor: 
“Kitabın adı: Kürtçe Eğitim Sorunu. Yazarı: Mehmet Bedri Gültekin.
Kaynak Yayınları'ndan çıktı. Mutlaka okunması gereken bir kitap… Çünkü yarın olası bir referandumda bu konuyu halka soracaklar ve çoğumuz işin aslını bilmeden oy vereceğiz.
Kitapta PKK'nın Türkçe yazışmalarının örnekleri de yer alıyor.
Hiç düşündünüz mü, Kürtçe ile meselâ hukuk dersi verilebilir mi? Ya da geometri problemlerinin çözümü öğrenilebilir mi?
"Dillerin bilim ve uygarlık dili haline gelmeleri 50 yılda, 100 yılda olmuyor.
Bir devlet geleneği, o dilde yaşanmış uygarlık deneyimleri gerekiyor."
İNGİLİZCE KONUŞAN KÜRDİSTAN
Sözgelimi Irak'ın kuzeyindeki Kürt bölgesi bugün fiili bir Kürt devletidir.
Orada durum nasıl? Anlatayım. Olmuyor, yapamıyorlar. Anayasalarını bile Kürtçe yazamadılar. Önce Arapça yazıp, ardından Kürtçenin Sorani lehçesine çevrildi. Ama çok büyük hatalar yapıldığını fark ettiler. Eğitimde de olmuyor. Üniversitelerdeki öğretmenlerin yüzde 90'ı yabancı... Okullardaki en önemli dil İngilizce. Eğitim İngilizce ve Arapça yapılıyor. Amerika bu üniversitelere denklik hakkı tanıyor. Ve bölgedeki cemaat okulları?
            Onlar da İngilizce eğitim yapıyor. Soranice ile anlaşılamadığı takdirde, günlük hayat İngilizce ile devam ediyor. Yani orada İngilizce konuşulan bir Kürt devleti kuruluyor.
            Örnek: Güney Sudan.,
             "9 Temmuz 2011 günü Güney Sudan bağımsızlığını ilan etti ve hemen ardından da BM'ye 192. üye olarak kabul edildi. Devlet Başkanı Salva Kiir Mayandik, Eylül ayında Washington'a resmi bir ziyarette bulundu ve gazeteler bu yeni devletin başkanının Teksaslı kovboy şapkasıyla verdiği fotoğrafın altına koydukları demecini yayınladılar:
'Güney Sudan'ın resmi dili İngilizce olacak ve eğitim İngilizce yapılacak.'
            Ülkede 7 dil konuşuluyor ve 24 etnik grup var. Bağımsızlıktan önceki resmi dilleri Arapça… Tam 20 yıl Sudan merkezi hükümetine karşı yürütülen bağımsızlık savaşı Batılılar, en başta Amerikalılar tarafından desteklendi." Türkiye'ye ne kadar benziyor bu öykü.
Batının amacı Kürtçeyi özgürleştirmek filan değil, bölgede bir kukla devlet kurmak.
            TÜRKİYE'DE KÜRTÇENİN RAKAMLARLA İZAHI
            Gelelim Türkiye'deki Kürtçe eğitim baskısına…
Tunceli Üniversitesi'nde 2009- 2010 öğretim yılında Kurmançca ve Zazaca dillerini seçmeli ders olarak müfredata dahil edildiğinde ilk yıl öğrencilerin yüzde 37'si Kurmançca, yüzde 34'ü Zazaca, ikinci yıl yüzde 12 Kurmançca, yüzde 7 Zazaca ders aldı.
Üçüncü yıl ise bir tek öğrenci bile kayıt yaptırmadı. Olmadı yani… Çünkü bazı duygusal kararlar hayatın gerçeklerine uymaz. Bu da böyle!... Olmadı.
Kürtçe, ne bilimde, ne de günlük hayatta ihtiyaçlara cevap verebildi.
            Çarpıcı bir rakam verelim: "Türkiye'de bir kuşaktan diğer kuşağa geçerken anadili Kürtçeden başka bir dil olan yurttaşlarımızın yüzde 17'sinin anadili değişmektedir." Bu yüksek değişimin nedeni sadece ve sadece ihtiyaçlar ve hayatın gerçekleridir. Örneği Tunceli Üniversitesi'nde yaşanmıştır. Kürtçe yaşatılmalı, öğrenilmeli, öğretilmeli, şiir ve şarkıları yeni, gelecek nesillere aktarılmalıdır.  Bu, bir kültür zenginliğidir. Ama bir şekilde eğitim dili olması pek mümkün görünmemektedir. Size bu konuda son bir rakam daha aktarayım. Ana dili farklı olanların yüzde 72'si annesiyle anadilde konuşurken, bunların sadece yüzde 27'si kendi çocuklarıyla anadilde konuşuyor. Ve bu her geçen yıl daha da azalıyor.
Bu kitabı okumanızı tavsiye ediyorum. Çünkü burada aktardıklarımdan çok daha çarpıcı ayrıntılarla karşılaşacaksınız. Sizlere birkaç ayrıntısını paylaşmak için elime aldım ama bir solukta bitiriverdim.           Bu kitabı tartışmalıyız. Mehmet Yiğittürk
            NETİCE OLARAK:
            1. TC’nin kesinlikle, Kürt, sair unsur ve azınlıklarla hiç bir sorunu yoktur. Nasıl ki, eşkıya örgütü asala’dan iblâğ edilmek suretiyle, dâhili bedhahlarca teşkil edilmiş ve harici bedhahlarca kullanılmakta ise; “Türkiye’de ‘Kürt Sorunu’ var” diyen bil-umum eşhas da dönme, devşirme, bedhah, etki ajanı veya kripto-dur. Gerçekte Alevi–Sünni, Sağ–Sol veya Ermeni, Rum ve Yahudi gibi bir sorun olmadığı; Geçmiş sorunsalların tek kişi=tek düşman kaynaktan yaratıldığı gibi bu da, lânetli AB-ABD patentli gladyo ve baronların işidir...
            2. Başta, kadim GOETHE Enstitüsü olmak üzere, dünyanın hatırı sayılır bilim adamı ve kurumlarının tezlerine göre “Kürt” adlı bir millet olup olmadığı ile “Kürtçe” lisan konusu tartışmalıdır. Dolayısıyla zorlama ve yapay “dil ve millet” oluşturma çabası vahşi kapitalist - emperyalist unsurlar ile bunların kölesi feodal aşiret ve toprak ağalarının marifeti olmakla;
            Çözüm: Bölgesel Tarım reformu ve GAP Projesine ilâve, derhal bir Toprak Reformu yapmaktır. Zira: Güney Doğu da 3-4 milyon dönüm sulanabilir toprak varlığı; Örtülü Arap-İsrail ortaklığının iştahını kabartmakta,; Sahte, sanal ve dayatma Kürt Meselesi, kadim Şark Meselesi’nin turnusol kâğıdı gibi kullanılıp, TC istismar ve suiistimal edilmektedir.
Amaç: Türk toprak ve su kaynaklarını ele geçirmek; Ayrıca rant paylaşmaktır.
            3. “Bugün Kürtlerden vergi alınmakta ve fakat hakları verilmemekte iddiası” külliyen yalan ve iftira; “TRT 6 (şeş) sürekli yayın yapabiliyorsa bu, Kürtçenin gücünden kaynaklıdır” söylemi ise asılsız ve gülünçtür. Kürtlere haklarını verirsen onlar seninle omuz omuza savaşır, Vermezsen böyle karşında savaşır” türü aykırı, asılsız ve tehdit içerikli söylemler ise maalesef psikolojik savaş, politika ve menfi propagandalardan ibarettir...
            Gerçek: Türkiye’de, tüm vatandaşlar için, imkân ve fırsat eşitliği esastır. Her yurttaş, mal mülk edinme hakkına sahiptir. İsteyen istediği yerde çalışabilir, yerleşip iş kurabilir. Buna bir engel yoktur. Ayrıca, ordu ve bürokrasinin her alanında Kürtlere yer verilmiş olup; Kürtler aşiret dayanışması içinde Ordu, Kamu, Siyaset ve Ticarette, diğerlerine nazaran çok daha ileri imkânlara kavuşmuşlardır. Bu gün aktif siyaset unsurlarının % 70’den fazlası Kürt’tür!...
            Dil konusu abartılıdır. Nitekim: Almanya'da mukim Kürtlerin, anadilde eğitim talebine 16 eyalet olumlu cevap vermemiş, 6 eyalet reddetmiş ve Saksonya Eyaleti; "Kürtler, Türkçe ve Arapça biliyor, Türkçe eğitim veren okullara gitsinler" önerisinde bulunmuştur. Kaldı ki,
K. Irak’ta Devlet Üniversiteleri kısmen Kürtçe, ağırlıklı olarak da Arapça ve İngilizce eğitim vermekte; Sadece Dohuk’ta eğitim tümüyle İngilizcedir. Aralarında Türkiye kaynaklı IŞIK Üniversitesinin de bulunduğu özel Üniversitelerin tamamının eğitim dili İngilizce olup; Çok enteresandır, Kuzey Irak (Kürdistan) üniversitelerine Türkiye’den burslar verilmektedir...
            4. Dil konusunda TDK ve dil bilimcilerin önerisi alınmak gerekirdi. Buna müracaat edilmeden tasarrufta bulunulması tam bir cehalet ve felâkettir. Yanlıştan dönülmesi şarttır.
            5. Bugün, Kürt halklarının sosyal ve sosyo-psikolojik yapısı incelense, daha çağdaş medeniyet düzeyine bile ulaşmadıkları ortaya çıkar. Özellikle kadının durumu, okuma-yazma oranı, ibadet ve sosyal sorumluluk bilinçleri çok zayıf olup; Kürt mahallerinde eğitim-bilim, sanat-kültür, teknoloji geri; Kayıt dışı, kaçak ekonomi, yolsuzluk ve suiistimallerin çok ileri seviyede olduğu gözlenir. Fakat her şeye rağmen Türkiye, eğer gerçekten “çağdaş medeniyet seviyesine” ulaşmak ve o’nu aşmak; Demokrasi, adalet ahlâkı ve hukuku yaşamak istiyor ise; Tabiatıyla bunu, başta Kürt kardeşlerimiz olmak üzere; Toprak, Bayrak, Dil, asgari müşterek ve Milli değerlerimize samimi sadakatle bağlı “Türkiye Cumhuriyeti” vatandaşları ile birlikte başaracaktır. Hainler, narko-terör unsurları, din tüccarları ve misyon tacirleri ile değil!... 

11 Ekim 2012 Perşembe

KUZEY IRAK'TA RESMİ DİL NEDEN İNGİLİZCE?

KUZEY IRAK'TA RESMİ DİL NEDEN İNGİLİZCE?

Kuzey Irak'ta resmi dil neden İngilizce

09.10.2012


Yeni anayasa çalışmaları ve Arınç'ın Diyarbakır Emniyet Müdürü'ne destek vererek yaptığı "açılım" güzellemeleriyle birlikte bugünlerde televizyon ekranlarında sıkça tartışılan, gazetelerde bazı köşe yazarları tarafından "özgürlük, hak, vs" gibi "beylik" sözcüklerle savunulan bir konudur Kürtçe eğitim.
Konuşmak, hele bilmeden konuşmak bizim ülkemizde çok kolay. Ama sahiden de Kürtçe eğitim olabilir mi?
Bu konuyu inceleyen bir kitaba, en azından ben bugüne kadar rastlamadım.
Abdullah Öcalan'a bile Kürtçeyi mi Türkçeyi mi daha iyi bildiği sorulduğunda "Ne Kürtçesi, ben rüyamı bile Türkçe görüyorum" demişti. Peki, PKK?
Onlar kendi içlerinde Kürtçe mi kullanıyordu? Elbette hayır. Bütün iç yazışmalarını Türkçe yapıyorlardı. Eğitimleri, propaganda kasetleri, Öcalan kitapları hep Türkçeydi.
Çünkü Kürtçe ile herkes anlaşamıyordu. Ben aslında bu konuda size bildiklerimi anlatmıyorum. Kürtçe eğitim sorunu konusunda yeni çıkan ve çok çarpıcı bilgilerle dolu bir kitaptan nakiller yapıyorum. 
Kitabın adı: Kürtçe Eğitim Sorunu. Mehmet Bedri Gültekin 
yazdı, Kaynak Yayınları'ndan çıktı. Mutlaka okunması gereken bir kitap. Çünkü yarın olası bir referandumda bu konuyu halka soracaklar ve çoğumuz işin aslını bilmeden oy vereceğiz.
Kitapta PKK'nın Türkçe yazışmalarının örnekleri de yer alıyor. Hiç düşündünüz mü, Kürtçe ile meselâ hukuk dersi verilebilir mi? Ya da geometri problemlerinin çözümü öğrenilebilir mi?
"Dillerin bilim ve uygarlık dili haline gelmeleri 50 yılda, 100 yılda olmuyor. Bir devlet geleneği, o dilde yaşanmış uygarlık deneyimleri gerekiyor."
İNGİLİZCE KONUŞAN KÜRDİSTAN
Sözgelimi Irak'ın kuzeyindeki Kürt bölgesi bugün fiili bir Kürt devletidir. Orada durum nasıl? Anlatayım.
Olmuyor, yapamıyorlar. Anayasalarını bile Kürtçe yazamadılar. Önce Arapça yazıp, ardından Kürtçenin Sorani lehçesine çevrildi. Ama çok büyük hatalar yapıldığını fark ettiler.
Eğitimde de olmuyor. Üniversitelerdeki öğretmenlerin yüzde 90'ı yabancı. Okullardaki en önemli dil İngilizce. Eğitim İngilizce ve Arapça yapılıyor. Amerika bu üniversitelere denklik hakkı tanıyor. Ve bölgedeki cemaat okulları?
Onlar da İngilizce eğitim yapıyor. Soranice ile anlaşılamadığı takdirde, günlük hayat İngilizce ile devam ediyor. Yani orada İngilizce konuşulan bir Kürt devleti kuruluyor.
Örnek, Güney Sudan.
 "9 Temmuz 2011 günü Güney Sudan bağımsızlığını ilan etti ve hemen ardından da BM'ye 192. üye olarak kabul edildi. Devlet Başkanı Salva Kiir Mayandik, Eylül ayında Washington'a resmi bir ziyarette bulundu ve gazeteler bu yeni devletin başkanının Teksaslı kovboy şapkasıyla verdiği fotğrafın altına koydukları demecini yayınladılar: 'Güney Sudan'ın resmi dili olacak ve eğitim İngilizce yapılacak.'
Ülkede 7 dil konuşuluyor ve 24 etnik grup var. Bağımsızlıktan önceki resmi dilleri Arapça. Tam 20 yıl Sudan merkezi hükümetine karşı yürütülen bağımsızlık savaşı Batılılar, en başta Amerikalılar tarafından desteklendi."
Türkiye'ye ne kadar benziyor bu öykü. Batının amacı Kürtçeyi özgürleştirmek filan değil, bölgede bir kukla devlet kurmak.
TÜRKİYE'DE KÜRTÇENİN RAKAMLARLA İZAHI
Gelelim Türkiye'deki Kürtçe eğitim baskısına… Tunceli Üniversitesi'nde 2009- 2010 öğretim yılında Kurmançca ve Zazaca dillerini seçmeli ders olarak müfredata dahil edildiğinde ilk yıl öğrencilerin yüzde 37'si Kurmançca, yüzde 34'ü Zazaca, ikinci yıl yüzde 12 Kurmançca, yüzde 7 Zazaca ders aldı. Üçüncü yıl ise bir tek öğrenci kayıt yaptırmadı.
Olmadı yani… Çünkü bazı duygusal kararlar hayatın gerçeklerine uymaz. Bu da böyle. Olmadı. Ne bilimde, ne de günlük hayatta ihtiyaçlara cevap verebildi.
Çarpıcı bir rakam verelim. "Türkiye'de bir kuşaktan diğer kuşağa geçerken anadili Kürtçeden başka bir dil olan yurttaşlarımızın yüzde 17'sinin anadili değişmektedir." Bu yüksek değişimin nedeni sadece ve sadece ihtiyaçlar ve hayatın gerçekleridir. Örneği Tunceli Üniversitesi'nde yaşanmıştır.
Kürtçe yaşatılmalıdır. Öğrenilmeli, öğretilmeli, şiirleri, şarkıları yeni nesillere aktarılmalıdır.  Bu kültür zenginliğidir. Ama eğitim dili olması pek mümkün görünmemektedir.
Size bu konuda son bir rakam daha aktarayım. Anadili farklı olanların yüzde 72'si annesiyle anadilde konuşurken, bunların sadece yüzde 27'si kendi çocuklarıyla anadilde konuşuyor.
Ve bu her geçen yıl daha da azalıyor.
Bu kitabı okumanızı tavsiye ediyorum. Çünkü burada aktardıklarımdan çok daha çarpıcı ayrıntılarla karşılaşacaksınız.
Sizlere birkaç ayrıntısını paylaşmak için elime aldım ama bir solukta bitiriverdim.
Bu kitabı tartışmalıyız.
Mehmet Yiğittürk
---------------------------------------------------------

8 Ekim 2012 Pazartesi

Dilimiz, Varlığımız, Türk olarak, Türkçe TURAN Dilini Kullanmalıyız., Av. Sadun KÖPRÜLÜ


Dilimiz, Varlığımız, Türk olarak,
Türkçe TURAN Dilini Kullanmalıyız.
 Av.  Sadun KÖPRÜLÜ
Dünya yüzünde ilk millet olan Türk milletimiz, yüce tarihli büyük bir milletir, yiğit atılgan, savaşsever kahramanlıkla tanınarak, büyük liderler yetiren, ço sayıda Atabeyler devletler kuran bir şanlı milletir.
Türk milleti tarihten önceleri var olarak bu iyelikseler,  hoşgörülü, insanlığa yakın,
Yardımseverlikle görünen milletir, üstün varlıklı yüce bir millet olarak çok sayıda devletler, Atabeyler, İmparatorluklar kuran dünya yüzünde tanınan millettir.
Türk milletimiz mücadeleci bir millet olarak büyük insanları yetirerek eşitlik, hak, adalet uğrunda devletlerini yürütmüşlerdir, uzun yıllar dünyaya hüküm sürerek kanla tarih yazmışlardır.
Türkler her alanlarda milletini, Dinini, dilini tarihini temsil eden seven bir ulu güçlü varlıktır.
Her kese sevgi göstererek yardım etmiştir.
Türk milleti Tarihine, kültürüne, gelenek, göreneğine bağlı kalarak devletini korumasıyla, diline sahip çıkarak dünyanı yönetmiştir.
Türk dilimiz milletimizin geçmişiyle geleceklerini yaşantılarını birleştiren, sağlayan ulu bir unsurdur, Türk dilimiz, Türk milletimiz için, çok önemli olduğunu dünya tarihleri Türk’ün varlığını dilinin varlığıyla yansıtmaktadır.
Bizlerinde bu büyük Türk milletimizin gençleri yaşlıları, kadınları, kızları çocukları olarak ellerimizden geldiği kadar üzerimize düşen milli görevi iyicesine yaparak, başararak dilimiz korumalıyız.
Kerkük, Musul DİYALA, ERBİL ve Türkmen elinde köylerimizde, ilçelerimizde ve tüm dünya Türkleri ile birlikte yeni açılacak olan okullarımız, iş yerlerimiz Türkçe olarak adlarını taşıması için çalışmalarımız sürdürmeliyiz bu dilimizin uygulaması kullanması her yerde gerekmektedir.
Bu gün ne yazık ki İstanbul, Ankara, İzmir ve başka şehirlerde olduğu gibi birçok topraklarımıza Türkçe olmayan sözler, deyimler, adlar kullanılmaktadır, işyerlerinin, Market, kuaför dükkânların, pastanelerin,, çarşı, sokakların ve okul defterleri, çocuk çantaları üstünde Türkçe olmayan adlar
Yazılmaktadır ve basılan bu yabancı fotoğraflar dan ise barbie ben ten winx, batman Süpermen, transformes, bakugan, mini Mouse ne yazı ki bulunmaktadır, yaftalara, tabela, pano  bakıncak çoğunluk, İngilizce,  Fransızca, Yunanca, Rusça, Arapça adlar yazılmaktadır.
Tek amacımız milletimizden, sorumlardan Türk, Türkçülük duygusuyla coşan soydaşlarımızdan, kardeşlerimizden çocuklarının adlarını Türkçe bırakarak, onları Türk aşkıyla büyütsünler tüm yaftalara, tabela, pano  her yerde Türkçe, Türk diliyle yazmalıdırlar ve okul çantalarında Ulu önder Gazı Mustafa Kemal, Atatürk’ün, Atsızın, Alpaslan, Enver Paşa, Ziya Gök Alp, Mehmet Akif Ersoy, Namık Kemal,  Fuzuli, Emin Yurda kol, Fazıl Necip Kısa kürek,  Zeki Muran, Neşet Ertaş, Celal bek, Reşat Nuri Güntekin, Halıda edip, ve yüzlerce Türk, Türk dünyası büyüklerinin, şahsiyatlarının, Paşaların yazar, ses sanatkârı, hattat, ressam, şairlerinin fotoğrafları basılmalıdır bırakılarak koyulmalıdır.
Bizler bu Türk dilimizin her yerde okunması kullanması için, milli göreve birlikte başlayarak katılmalıyız, üzerimize düşen görev, ödevlerimizi çalışarak başarmalıyız.
Türk Dilimiz eski gücüne dayanarak, tüm dillerin üstünlüğünü kazanmakla dilimizde yaşayan Arap, Fars, Rus, dillerinden gelen sözlerden kurtarmakla, yabancı sözcüklerden uzak durarak, dilimize karşı, milli devrim akını yaparak Basın, Medya, Yayın okullarımız dilimize yabancı sözleri sokmadan, kendi dilimizden ürünleri canlandırmakla, bu yabancı sözlerden bir an önce vazgeçmeliyiz, kurtulmalıyız, Türkçülüğümüze dönmeliyiz.
Türk Dilimizi korumada sorumluklar tüm Türk milletimizin milli görevi olarak üstüne düşmektedir, artık bu milli görevimizi başararak başarmalıyız.

Anne ve babalarımız devlet büyüklerimiz  gönlü milli dava sevgisiyle coşan öğretmenlerimiz,Türk eğitim sistemlerini uygulamalı, artık her kesin Türk dili için burada milli dava duyarlıkları uğrunda üzerine düşeni görevlerde yorularak en iyisin yapılmasına çalışmalıyız, yorularak katkıda bulunmalıyız.
Şimdiden birlikte çalışarak büyüklerimiz, aydın Türk ellerimiz dilimizi, kültürümüzü, Türkleştirmeli, yabancı sözleri yan bırakmalı birlikte özveriliğe katılarak öz yurdu, milli toprakları yabancılardan, Türk olmayanlardan, Türk topraklarımızı, seve, seve öperek, al bayrağımızı kirletmeden onu yücelere asmamız, dalgalandırmamız gerekmektedir
Mili marşımız İstiklal Marşımıza, Andımız Marşımıza sahip çıkarak onu kirli, işbirlikçilerim, hainlerin, ajanlar dillerinden uzak tutarak her okulda her yerde marşımızı, andımızı okutmalıyız burası Türk devletir, ve bu millet Türk milletidir, ve bu Vatan hainlerin, terörlerin, işbirlikçilerin, ajansların değildir, bu görevi başarmak bu yolda yürümek bizler için kutsallıktır.
Daha düne kadar tüm insanlar, milletler bilgi, uygarlığı, kültürü, tarihi bizden öğrenmişlerdir, ve toplumlar bugün erlerimize, gençlerimize, hayranlık duymakla bizlerden, Tarihlerimizden, Kültürümüzden konuşmakla, uygarlık, efendilik, atılganlık, töre, onurunu her toplum içinde uygulayan Türk milletimiz olduğu her keşçe belidir, Türk Milletimiz bu günden parlak, aydın, Umut dolu geleceği için durmadan çalışarak, yorularak, okuyarak, düşünerek büyük Türk milleti için fikir, akıl, hoşgörülük Türkçülük, insanlık tüm dünyaya üretmektedir ve olduğumuz yarınların erlerine göstermelidir. Göstermelidir.
Ve yiğit atılgan çocuklarımızı, gençlerimizi, milli Türklük davası yolunda yetiştirmekle, büyüterek bu kahraman geçliğe, milli, sağlam doğru yolları göstermeli, Türk milliyetçi aydın ağabeyleri, liderler şehitlerimizin, vermiş oldukları temiz kanlarıyla, canlarıyla, bu milli yolda gece gündüz çalışmakla Türk dilimizi, yüce Türk tarihimizi, tüm varlığımızla, yaşatmalıyız, korumalıyız
Onlara öğretmeliyiz.
Türklüğümüzü, korumak bu milli dava yolunda, öz Türkçeyi anaokullarımızda, Basın, Yayın, medyayı kullanarak, yabancı sözlerin yerine, Türkçe sözleri deyimleri, dünya Türkleri ülkesinde birlik, beraberlik, sağlamak uygulamaya geçirmemiz önde gelen milli ereklerimizden prensiplerimizden sayılmaktadır.
Özgürlük Bağımsızlığına kavuşan Türk dünyası Cumhuriyetleri ve başka devletlerde yaşayan, bağımsız olmayan Türkler öz Türkçe dillerini uygulamakla, bunun yanında yabancı Türkçe olmayan sözlerden uzaklaştırmakla çalışmalıdır, her yabancı sözlerin karşılıklı olarak öz Türkçesi bulunmaktadır, ister Türkiye’de olsun ister tüm dünya Türkleri yurtlarında topraklarında olsun, Irak Türkleri gibi öz Türkçeyi kullanmakla dillerinde yabancı olan sözlerin karşılıkları Türk köylerimizde, ilçe, şehirlerimizde görünmektedir, ERBİL, KERKÜK, DİYALA, MUSUL, BAĞDAT, TELAFER, TUZHURMATU,
ALTUNKÖPRÜ, ÖMER MANDAN, HANEKIN, MENDİLİ, KIZLARBAT, BAYAT, KARAKOLLAR, ŞEBEKLER Türklerinde, güzel öz Türkçe sözcükler görünmektedir, bunun başka yönleri tüm dünya Türklerinin Türkçe sözcükleri gündeme getirmekle, Irak Türkleri yanında tüm Türk dünyasıyla ilgilenmek ve bu Türk Cumhuriyetleri toplulukları ile ilişkiler sağlayarak, bilgi ve Türkçe sözcükleri alarak yabancı sözcüklerin yerine kullanmalıyız, bu Türk yurtlarımızda, Topraklarımızda, birleşik olarak Türk Turan Türkiye Türkçesiyle okumalıyız yazmalıyız.
Büyük devletlerimizden.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ
KUZEY KIBRIS TÜRK CUMHURİYETİ
NAHCİVAN ÖZERK CUMHURİYETİ
AZERBAYCAN CUMHURİYETİ
TÜRKMENİSTAN CUMHURİYETİ
ÖZBEKİSTAN CUMHURİYETİ
KAZAKİSTAN CUMHURİYETİ
KIRGIZ CUMHURİYETİ
ALTAY TÜRKLERİ
HAKAS CUMHURİYETİ
TUVA CUMHURİYETİ
SAHA-SİRE (YAKUTİSTAN) CUMHURİYETİ
BAŞKURDİSTAN CUMHURİYETİ
TATARİSTAN CUMHURİYETİ
ÇUVAŞİSTAN CUMHURİYETİ
BOSNA HERSEK
DOĞU TÜRKİSTAN
SARI UYGUR VE SALUR TÜRKLERİ
DAĞISTAN TÜRKLERİ
KUMUK TÜRKLERİ
ÇEÇENİSTAN CUMHURİYETİ - İNGUŞETYA CUMHURİYETİ
KABARTAY-BALKAR TÜRKLERİ
KARAÇAY - ÇERKES ÖZERK CUMHURİYETİ ABHAZYA
ACARA TÜRKLERİ
AHISKA TÜRKLERİ
KIRIM MUHTAR CUMHURİYETİ (KIRIM TATAR TÜRKLERİ
GAGAVUZ ÖZERK BÖLGESİ
BATI TRAKYA TÜRKLERİ
MAKEDONYA TÜRKLERİ
KOSOVA TÜRKLERİ
BATI VE ORTA AVRUPA'DA YAŞAYAN TÜRKLER
FİNLANDİYA TÜRKLERİ
SAHA TÜRKLERİ
DOĞU SİBİRYA TÜRKLERİ
TOBOL TÜRKLERİ
TATAR TÜRKLERİ
BAŞKURT TÜRKLERİ
MİŞER TÜRKLERİ
NOGAY TÜRKLERİ
STAVROPOL TÜRKLERİ
GÜNEY AZERBAYCAN TÜRKLERİ
İRAN TÜRKLERİ
IRAK TÜRKLERİ
SURİYE TÜRKLERİ
HORASAN TÜRKLERİ (TÜRKMENLERİ)
AFGANİSTAN TÜRKLERİ
TACİKİSTAN TÜRKLERİ
KAŞGAY TÜRKLERİ
HAMSE TÜRKLERİ
MOĞOLİSTAN HOTUN TÜRKLERİ
MOĞOLİSTAN KAZAK TÜRKLERİ
ABD VE KANADA'DA YAŞAYAN TÜRKLER (KIZIDERİLER)
AVUSTURALYA'DA YAŞAYAN TÜRKLER
ŞOR TÜRKLERİ
KARAKALPAKLAR
TELEÜT TÜRKLERİ
Bugün dünyanın her bir yerlerinde, temiz üstün dilimize karşı çok sayıda Türk milletimizi sevmeyenler,  dilimize , davamıza karşı duranlar bulunmaktadırlar, özellikle Irak, İran, Ruslar, Irak’ta iktidara gelen tüm hükümetler 85 yıllarından beri önde gelen Saddam rejimi, Türkleri yok etmeye çalışarak, her bir yerde iş yerlerinde, okullarda, tüm kuruşlarda, evlerde, mahalle, sokak, caddelerde bile, öte yandan Kürtler hükümet olmadan bir devletleri olmadan iki diktatörler öz Türkçeye karşı durarak yasaklamaya çalışarak, Irak Türkleri onlara karşı durmakla kendi anadillerini koruyarak, kanlar, şehitler vererek yeni öz Türkçe okullarını açarak, yüzlerce öğrencileri yetiştirmeye katılarak, tüm engelleri yok ederek mücadele Türkçülük yolarından hiçbir zaman ayrılmayarak, dönmeyerek dönmediler kendi ana dillerini savundular ve savunmaya karşı kanlar, canlar vermektedirler.
Bizler Dünya Türkleri olarak, ilkemizden dönmeden, büyük Turan Türk dilleri birliğini birleştirmeliyiz, dünya Türklerinin her bir Türk topluluklarında, devletlerinde, Türkiye Türkçesini, yazarak okullarımızda tek Türkiye Türkçesini yazarak, kullanmalıyız uygulanmalıyız.
Dünya Türklerini bir bayrak, altında düşüncesiyle el, ele gönül, gönülle, vermekle dünyada bulunan tüm Türkleri öz Türkçe olarak Türkiye, Türkçesini Turan Türk dilleri birliği altında toplayarak, her bir Türk  yurdunda dünyanın dört bucağında çapa göstermekle, bu milli dil davamızı birlikte Milli dava Türkçülük Mücadelesi ile sürdürerek, Türk birliğimizi kurmakla gerçekleştirmeliyiz.
Artık Türk Turan dillerini bir al bayrak, altına toplamakla yetirmeyiz, yolumuz, milli davamız, tek milli Türkçülük, ilkemiz, Türk dilimizi, birleştirmeliyiz, Türkiye Türkçesini bir an önce tüm Türk dünyasında, Türk Cumhuriyetlerinde, Türk topraklarında, topluluklarında uygulamalıyız..
Ve bir ağızdan her gün birlikte NE MULU TÜRK’ÜM DİYENE Söylemeliyiz,
Söylemeliyiz.. 

ULUSCULUK IRKÇILIK DEĞİLDİR Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN


ULUSCULUK IRKÇILIK DEĞİLDİR
                                                                     Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN
Ulus ve ırk kavramları son zamanlarda fazlasıyla kullanılmağa başlandı . Yeni dönemin farklı koşullarında bu iki eski kavram ele alınırken  değişen ortamın gündeme getirmiş olduğu konjonktürel  geçişler dolayısıyla  ,bütün kavramlar gibi bu iki eski kavramında birbirinden çok ayrı yaklaşımlara konu alındığı ve birbirinden çok ayrı  plan ve projeler doğrultusunda ciddi bir karışıklığa yol açıldığı anlaşılmaktadır . Anlam kaymaları ya da konu karışıklıklarının yanı sıra , bu iki kavramın kullanımları sırasında birbirinin yerine ikame edilmeğe çalışıldığı zaman zaman görülmekte,hatta daha da ileri gidilerek  ulus ve ırk kavramları birbiriyle ciddi olarak karıştırılmaktadır . Böylesine  bir kafa karışıklığının  giderek ilerlemesi  nedeniyle  , sanki ulus ile ırk aynı anlama gelen kavramlarmış gibi bir durum ortaya çıkmaktadır .Ulus denilince ırk anlaşılması , ya da ırk kavramının ulus kavramı yerine kullanılması ya da  ulus kavramına yönelik itirazların giderek yükseldiği bir durumda, açıkça ulusculuk ırkçılık olarak suçlanabilmektedir . Böylesine bir kavram karışıklığı sanki istenerek yaratılmağa çalışılmakta , uluslara ve ulus devletlere yönelik karşı çıkışlar ile  saldırıların tırmandığı bir aşamada   rahatlıkla  hem ulus hem de ulus devletler  ırkçılığın  ana kökü olarak gösterilmeğe çalışılmaktadır . Yirmi birinci yüzyılda  yeni bir dünya düzeni kurmak için yola çıkanların  kasıtlı olarak yaratmış oldukları bu karmaşaya karşı , her iki kavramın  birbirinden ayrı olarak bilimsel açılardan ele alınmaları  gerekmekte ve ancak bu çizgide geliştirilebilecek yaklaşımlar ile  ,tarihsel süreç içerisinde insanlığın kazanımı olan bu iki kavramın yeni dönemin  koşulları içinde gerçek anlamlarını kazanabilmeleri mümkün olabilecektir .
İnsanlık tarihi ve sosyal bilimlerin çeşitli dallarında ve alanlarında kendilerine yer edinmiş olan ırk ve ulus kavramları , değişik dönemlerin ürünü olan kavramlardır . Aynı dönemde tarih sahnesine çıkmadıkları için , dönemsel olarak birbirleriyle karıştırılmaları söz konusu olamayacak kadar birbirlerinden farlı bir konuma ve anlama sahip olan ırk ve ulus kavramlarının , günümüz koşullarında bir arada ,yan yana bazen da birbirlerinin yerlerine kullanılmaları tesadüf değil aksine  ,belirli projeler doğrultusunda  yeryüzünü yeni bir dünya düzenine sokmağa çalışan emperyalist girişimlerin sonucudur . Yirminci yüzyılın ilk yarısında iki büyük dünya savaşına  teslim olmuş olan insanlığın ulus devletler çatısı altında yeni bir gelecek aramaları sırasında , ırkçılık farklı bir süreç içinde ortaya çıkmış ,ulus devletleri dünyaya kazandıran ulusçuluk akımları ise , Fransız devrimi sonrasında içine girmiş oldukları  gelişme süreçlerini sürdürerek   dünya haritası üzerinde ulus devletlerin sayılarının artmasına önemli katkılarda bulunmuştur . Bir yandan ulus devletler aracılığı ile ulusçuluk  akımları devam edip giderken , birinci cihan savaşı sonrasında imparatorlukların dağılması üzerine ortaya çıkan sosyalist devrimin  gündeme getirmiş olduğu  komünist düzen dayatması , zayıf ve ekonomik yönden sarsılan  batının bazı   ulus devletlerinin çatısı altında , sosyalist ya da komünist akımların gelişmelerini önleyecek  doğrultuda  aşırı milliyetçi ya da  daha sonraki adıyla faşist akımların  doğmasına giden yolu açmış ve böylece yükselen faşist akımlar üzerinden ırk kavramı yeniden insanlığın gündemine oturmuş ve faşizmin  çeşitli ülkelerde yayılmağa başlaması üzerine de  ,artık ulus kavramı ile yetinilmemiş açıktan  ırkçılık yapılarak faşist  siyasal düzenlerin kurulmasına çalışılmıştır . Böylece , sol ve sosyalizm tehdidi yayılmasına karşı bu akımlara karşı çıkan tutucu çevreler  daha ileri ve aşırı çizgide bir  ulusçuluğu   katı  ve uç çizgide  faşizm ile yorumlayarak ulusçuluğu daha dar kapsamlı ırkçılık anlamında öne çıkarmışlardır .
Ulusçuluğun temelinde yatan ulus kavramı , Fransız devriminin insanlığa bir armağanı olarak devreye girmiş ve sonraki yıllarda  devlet yapılarının ulus devletlere dönüşmesinde yol gösterici olmuştur . Ulus ve ırk kavramlarının birbirine karıştırılmasını önleyebilmek için öncelikle ulus kavramının tarihsel bir süreç içinde ortaya çıkışını ve ne anlama geldiğini iyi belirlemek gerekmektedir . Aynı kökten gelen ,ortak bir ülkede yaşayan tarih,kültür,gelenek,kültür,sanat,din ve dil gibi ortak değerlere sahip olan insan topluluklarına  genel olarak ulus adı verilmektedir . Bir anlamda  ulus   kendi  toplumunu oluşturan  bireylerden ayrı ,kolektif ve bölünmez bir bütün olan egemenlik sahibi soyut bir varlık olarak ortaya çıkmaktadır . Dünya haritası üzerinde belirli bölgelerde ortak bir yaşama sahip olan insan topluluklarının ya halk kitlelerinin  belirli bir zaman dilimi içinde kazandıkları ortak değerler ile uluslaşmaya başladıkları  görülmekte ve böylece soyut bir varlık olarak kimlik  kazanan ulusal toplum daha sonraki aşamada devletleşme içerisine girdiği zaman ulus devletler ortaya çıkmaktadır . Ulusu temel alan her şey  ulusal kavramı içerisinde açıklanmağa çalışılmakta ,ulusların kurmuş oldukları devletleri  ,ulus ya da ulusal devlet olarak tanımlanmakta  bu devlet yapısına bağlı olarak gündeme gelen bütün konular ya da sorunlar ulusallık çatısı altında değerlendirilmeğe çalışılmaktadır .Bir ulusa ait olan marş gibi ,ulusların bayramları da ulusal kavramı ile ifade edilmekte , bu gibi ortak değerlere sahip olan ulusal toplumlar zaman içerisinde  ciddi bir ulusal birikim kazanarak daha bilinçli bir yapılanma içerisine girmektedirler . Bir ulusa ait olan her şey ulusal olarak tanımlanırken , ulusların hukuku,ekonomisi,bütçesi,kültürü ,folkloru,sanatı  ve kimlikleri ulusallık doğrultusunda ele alınarak değerlendirilmektedir . Dünya toplumlarının birlikte ve bir arada uyumlu bir düzen içinde yaşamlarını sürdürebilmeleri açısından ulusların tarih sahnesine çıkışları ve daha sonraki aşamalarda ulus devletlerin oluşumu da ,küçük topluluklar arasında çekişmelere son vererek daha barışçı bir kalıcı düzenin oluşturulmasına yardımcı olmuştur .
Irk kavramı ise ,ulus kavramından daha eski bir kavram olarak insanlık tarihinin ulus öncesi dönemlerinden kalma  bir yapıya sahip bulunmaktadır . Irk kavramı  insanlığın diğer canlılar ile beraber yaşadığı tarih öncesi dönemlerden gelen bir terim olarak , insanlığı diğer canlı türleri ile karşılaştıran  ve  belirli bölge ya da ülke gibi ortak sınırların ötesindeki bir yayılma dönemini ifade etmektedir .Tarihsel olarak ırklar insanlığın  ilk çağlarından  kalma bir yapıya sahip olmalarına rağmen ,bugünkü anlamları ile bilimsel olarak ele alınmaları son yüzyıllarda  yapılan  çeşitli araştırmaların sonucudur . Bilimsel devrimler sonrasında ,ırklar bilimsel olarak incelenmeğe başlanmış ,dünyanın çeşitli yörelerindeki canlılar bir bütünlük çerçevesinde  ele alınırken ,doğuştan gelen biyolojik özellikler ve ortak özellikler ırk olarak adlandırılmağa başlanmıştır . Beş kıtaya yayılmış olan insan topluluklarının bulundukları bölgelere göre farklı etnik ve biyolojik özellikler göstermeleri bilimsel olarak tespit edilince ,insanlar belirli ırklara göre tasnif edilerek incelenmeğe başlanmıştır . Afrika’nın siyah ırkına karşılık Asya’nın sarı ırkı ve  Avrupa’nın beyaz ırkları ayrı yaşam alanları olarak  ayrılmış ve  bu doğrultuda geliştirilen bilimsel  çalışmalar etnoloji,antropoloji ve biyoloji bilimleri olarak  ırklar dünyasının açıklığa kavuşturulmasına  yardımcı olmuşlardır . Bilimsel gelişmelerin hızlı olması ,yeni bilim dallarının ortaya çıkmasıyla beraber  insan ırkları üzerine araştırmalar gelişmiş ve bütün insanlık açısından yararlı olabilecek bilgi birikimlerine ulaşılabilmiştir . Çeşitli ülke ya da bölgelerde yaşayan insan topluluklarının kurmuş oldukları devlet düzenleri doğrultusunda bir dünya hegemonyası arayışı içine girmeleri üzerine  , ırkçılık üzerine yapılmış olan bilimsel çalışmalar siyasal amaçlı olarak değerlendirilmeğe başlanmış  ve bu olumsuz durumun sonucunda ırkçı siyasetler ya da faşizm gibi ırkçı ideolojiler gelişmeler göstererek  insanlığın önüne çıkmıştır . Her bölgenin kendine has ırki yapısı , dünya yüzeyinde insan toplulukları açısından hem ayırıcı hem de bölücü olmuş,ve  insanlık tarihinin çatışmacı bir çizgide savaşlar ile dolu olmasına yol açmıştır .
Avrupa merkezli bir dünya düzeni içinde ,dünyanın diğer kıtalarında yaşamakta olan insan toplulukları bölgesel ırklar olarak tasnif edilmiş ,ırklar arasındaki ayrılıklar bilimsel araştırmalar ile ortaya konulunca , yeryüzü bir anlamda  ırk  adalarına ayrılmıştır . İnsanların ırk olarak sınıflandırılmaları  belirli toplumların  doğuştan gelen genetik özelliklerinin incelenerek  tasnif edilmelerine dayandırılmıştır . Topluluklar arasındaki genetik olarak değişik olan her şeyi ırki özellikler içerisinde  saymak ,beraberinde  genetik özelliklere  dayalı ırki yapılanmaları getirmiş ve bu doğrultuda yapılan bilimsel çalışmalar ırkçılık akımlarının çıkış noktası haline gelmiştir . Genetik ve etnik bilimsel çalışmaların yaygınlık kazanması üzerine insanlar belirli  gruplar içinde kalarak evlenmeğe başlamış ve böylece ortaya çıkan ırkçı yapılanmalar  geleceğe dönük olarak  aynı ırktan gelen insanların evlenmeleriyle  gelişerek sürdürülmüştür . İnsan kümeleri , ırkçlığın gelişmesi üzerine  yaygınlık kazanarak ırklar coğrafyasını oluşturmağa yönelmiş ve bu sürecin sonunda da ,yeryüzü haritası ırklara bölünmüş bir tablo haline getirilmiştir . Genetik özelliklerin toplulukların kümeler halinde sınıflandırılmalarında kullanılmağa başlanması üzerine de ,kafatasçılık moda olmuş ,etnik özelliklerin yanı sıra insanların kafa biçimleri de değişik ırkların özellikleri içerisinde  ana belirleyici özellik olarak  görülmüştür . İnsan toplumları birbirlerinden ayrılırken ,temel karakter yapılarının birbirlerinden ayrılan yönleri inceleme konusu yapılmış ,damarlarda akan kanların yapı özelliklerinden insan cildinin diğer ırklara göre ayrılan yönlerine ağırlık verilerek  ırkçılık bilimsel kılıflar içerisinde batının önde gelen sömürgeci ülkelerinde geliştirilmiştir . İnsanların bedenlerinden alınan kan ve  hücre  parçalarının laboratuar ortamlarında  incelenmesi üzerine ,genetik bilimi sıçramalar yaparken , bu gelişmelerin doğal sonucu olarak ırkçılık üzerine çalışmalar artmıştır .
Keşifler ve icatlar sayesinde  teknolojinin hızla gelişmesi laboratuar ortamlarını da geliştirmiş ve bu gibi yerlerde yapılan  etnik ,antropolojik ve biyolojik çalışmalar  ırkçılığın daha da gelişmesine önemli ölçülerde katkı sağlamıştır . Özellikle son zamanlar artan  DNA   testleri ve benzeri yöntemlerin laboratuar  çalışmalarında kullanılmasıyla  çok etkili sonuçların alınması sağlanabilmiştir . Artık  ,bu yoldan insanlar arasındaki bütün biyolojik ve  genetik bağlantılar çözülebilmekte ve etnoloji adına daha gelişmiş bilimsel çalışmalar sonuca ulaştırılabilmektedir . Irkların birbirlerinden ayrılan doğal yapıları , deneyler ve testler aracılığı ile  ortaya konulurken , bunlardan yararlanarak ırkçı görüşleri geliştiren bilim  ya da siyaset adamları ortaya çıkmıştır . İnsanlar arası ilişkiler ırk bazında açıklanmağa başlanmasıyla beraber , halk kitleleri içinde ırkçı yaklaşımlar gelişerek öne çıkmış ve ırklar arası bir rekabet düzeninin uluslar arası alanda  çekişme meselesi olarak öne çıkmasına  yol açmıştır . Özellikle ,dünya savaşları sırasında batının önde gelen büyük devletlerinin sarı ırkın yaşadığı Asya ile siyah ırkın yaşadığı Afrika kıtalarına dönük saldırılarının katı ve acımasız olmasına giden yolu açmış ,beyaz insan uygarlığın kurucusu olduğu kadar ,aynı zamanda tamamen ters bir çizgide  ırkçılığın da şampiyonluğunu yapmıştır .İkinci dünya savaşının gerçek suçlusunun Almanya olmasına rağmen ,bu ülkeye değilde ikinci derece suçlu konumundaki Japonya’ya  karşı ilik atom bombası saldırılarının yapılması insanlık tarihi içinde beyaz insan ırkçılığının en açık örneğidir . Savaşın gerçek suçlusunu beyaz ırktan olduğu için görmezden gelen , savaşın yandaki suçlusunu  gerçek suçlu gibi cezalandırmağa çalışan beyaz insan ırkçılığı devam ettiği sürece , ırklar arasında  modern anlamda bir karşılıklı diyalog ve anlayışın geliştirilmesinin mümkün olmadığını  ikinci dünya savaşının sonuçları ortaya koymuştur . Beyaz ırkın  medeni  insan görünümlü bilimsel ırkçılığı devam ettikçe ,siyah Afrika batağa saplanmış ,sarı ırkın çoğunlukta bulunduğu Asya kıtası sürekli olarak dünyanın arka tarafı konumunda kalmağa mahkum edilmiştir . Irkçılık böylesine büyük haksızlıklara ve eşitsizliklere neden olurken , aynı zamanda dünyanın  çağdaş bir eşitlik ve özgürlük düzenine kavuşabilmesini de  önlemiştir .
Irkların kuşaktan kuşağa geçen belirgin özellikleri ayna zamanda karakterlerinin de ölçüsüdür . Evrim araştırmaları ve bu doğrultuda belirlenen evrim yasaları  ,bilimsel çalışmalarda dikkate alındığında  insanlığın tarihsel bir süreç içinde belirli aşamalardan geçerek ve   bazı  kurallar içinde  günümüze geldiği  ortaya çıkmaktadır.  İnsan türünün bir alt bölümü olarak ele alınan ırk kavramı ,canlıların belirli alt bölümler halinde incelenmelerini sağlar . Eski uygarlıkların insanları olan Kızılderililer diğer insanlardan farklı bir ırk olarak varlıklarını korurken , beyaz,siyah ve sarı ırklar arasında geleceğe dönük bir rekabet çekişmesi ve üstün olma yarışı öne çıkmaktadır . Kızılderililerin beyaz insana yenilmeleri sonrasında bir ırk olarak geleceğe yönelik iddiaları kalmamıştır ama diğer ırklar arasında , üstün bir düzeye gelebilmek için mücadele devam etmektedir . Büyük balığın küçük balığı yutması gibi , doğa da var olan güçlünün üstünlüğü ilkesi doğrultusunda   küçük ve zayıf canlıları  yok etmesi yeni bir tür  ırkçılık olarak göze çarpmaktadır . İnsanların doğuştan gelen özelliklerine göre kişilik kazandığını öne süren ırkçılar ,belirli özelliklere sahip olan insanların bazı görevlere gelebileceğini  diğer canlıların ise böyle bir şanslarının bulunmadığını  öne sürmektedirler . Irkçılık ,bilimsel araştırmaların getirmiş olduğu üstün ırk arayışı ile ilgili bilgileri  kullanarak toplum da öne geçmeğe çalışmaktadır . Irkçılık bir toplumu oluşturan değişik  kesimler arasındaki dışlanmaların belirli kesimlere yüklenmesini sağladığı için  toplumun bazı  bölümlerini daha alt düzeyde ele alabilmekte ve böylece bir öteki kesimi yaratabilmektedir . Belirli özelliklere sahip olan insanları alt gruplar halinde ele almağa çalışan ırkçılık insan toplumları açısından bölücü olmuş ve yarattığı ötekilik olguları ile de toplular için parçalayıcı bir anlam taşımıştır .
Çağdaş demokratik rejimler ile gelişmiş hukuk devletleri bütün insanları aynı derecede eşit ve özgür bireyler olarak  ele almağa çalışırken , ırkçılık akımlarının ya da ırkçı yönetimlerin ,insanları alt ve üst sınıflar biçiminde hiyerarşik bir tasnife tabi tutması , halk kitleleri içinde toplumsal barışın kurulabilmesini önlemiştir .  Çok bilinen adı ile Aparthaid denilen ırk ayırımcılığı politikaları yıllarca sürdürülmüş , beyaz insan Afrika’nın kara insanlarını köle olarak kullanmış , doğunun sarı ırkından gelen insanlara da sürekli olarak ikinci sınıf insan muamelesi yürütülmüştür . Beyazlar  Afrika kıtasının güneyindeki en güzel bölgeleri ele geçirerek yüz yıllarca sömürgeleştirmişler , ve bu bölgelerin zenci insanlarına hiçbir zaman devlet ve toplum yönetiminde eşit haklar vermeyerek  ciddi anlamda ırkçılık yapmışlardır . Irkçılık sömürgecilik ile beraber gelişmiş , sahip oldukları bilgi birikimi ve maddi zenginlikler aracılığı ile bütün dünya kıtalarını yüz yıllarca sömürge olarak  kullanan batının önde gelen ülkelerinin beyaz insanları , gittikleri  bütün  ülkelerin  insanını  her zaman için aşağılayarak  köleleştirmişler ve kendilerini esas alan bir sömürge düzeninde açıktan ırkçılık yapmışlardır . Sömürge fetihleri beyaz insanların kendine güvenini artırırken , sömürgecilerin getirdikleri ırkçı yönetimler ,dünya halklarının yüzyıllarca batı sömürgeciliğinin  boyunduruğu altında ezilmesine neden olmuştur . Dünyanın zenginliklerini kendi aralarında paylaşamayan  batılı emperyalistler , sömürgelerin yerli halklarına köle muamelesi yaparak kendi ırkçı duygularını tatmin etmişlerdir . Sömürgelerdeki yerlilere karşı yıllarca ırkçı yöntemler uygulayan batılı sömürgeciler aynı şeyi kendi ülkelerinde de yapmışlar  ve bu yüzden  batının ileri ülkelerinde bile ırkçılık ciddi bir ideoloji ya da siyaset biçimi olarak öne çıkabilmiştir . Özellikle birinci dünya savaşının getirmiş olduğu yıkımlar üzerine yaşanan kaos ortamı yaratarak insanların köleleşmesine giden yolu açmış ve zenginliği elinde tutan bir avuç hegemonyacı insan , kendi ülkelerinin halklarına ve alt tabakalarına karşı  ırkçı uygulamalardan çekinmemişlerdir . İleri ülkelerin anayasalarında her türlü ırk ayırımı yasak olmasına rağmen gene de  ırkçılık geçmişten gelen sömürgeci zihniyetin bir uzantısı olarak  devam edip gelmiştir . Hiçbir devletin uluslar arası hukuk açısından uygulayamayacağı ırkçı girişimlerin hala sürdürülmeğe çalışılması ,bir yüz karası olarak günümüzde  devam etmektedir .
Irkçılık insanların doğuştan eşit olmadığına inanan bir  çağdışı anlayışın adıdır .  İnsanlar arasındaki ilişkilerde eşitsizliği ana kural olarak benimseyen bütün yaklaşımlar ,sonunda ırkçılığa kaymışlardır . Eşitsizlikçi dünya görüşüne sahip  olan  yönetimler sonunda ırkçılık bataklığına saplanmaktan kurtulamamaktadırlar . Uygarlığın gelişme çizgisi içinde insanlar  her türlü gelişmeye açık bir değişim yaşarlarken , devlet ve toplumun zenginliklerinden bütün insanların eşit olarak yararlanmaları  söz konusu olması gerekirken ,yönetimi ele geçiren bir avuç zengin ya da güçlü kişinin kendi kesimlerine devletin ve toplumun zenginliklerini tahsis ettiği ve toplumun geri kalanının ikinci sınıf bir derecede tutarak açıktan ırkçılığa kaydıkları görülmektedir . Toplumun tepesinde kendisine bir yer edinen kesimler ,  siyasal iktidarı ele geçirdikten sonra  açıkça kendi gruplarına karşı kollayıcı bir tutum içerisine girerek , diğer gruplara mesafeli davranarak  ırkçılığın çeşitli örneklerini ortaya koyabilmektedirler . Eşitsizliğin çok yaygın olduğu batı tipi toplum yapılarında,  iktidarı ele geçiren ya da sahip oldukları zenginlikler aracılığı ile ülke ekonomisini ve siyasal düzenini kontrol edebilen güçlüler  devlet ve toplumun nimetleri üzerine çullanınca , yoksullar ve orta tabakalar  bölüşüm pastasından hiçbir pay alamayarak avuçlarını yalayan bir aptal konumuna  düşürülmektedirler . Güçlünün daha güçlü hale geldiği zenginin daha sömürgen bir konuma yükseldiği batı tipi eşitsizlikçi ülkelerde ,ırkçılığın iyice hortladığı ve devlet yönetimini baskısı altına aldığı görülmektedir . Etnik ya  da dinsel gruplar olarak da örgütlenebilen  belirli ırk grupları , ekonomik alanda güçlenmek ve sahip oldukları zenginlikler aracılığı ile siyaseti finanse ederek  ülkenin kaynaklarına ve nimetlerine el  koyabilmektedirler . Demokrasinin doğasına ters olan böylesine haksızlıklara , ne yazıktır ki kendisini cumhuriyet olarak ilan eden bir çok halk yönetimi düzeninde de rastlanabilmektedir . Cumhursuz cumhuriyet ile  halksız demokrasiler batının eşitsizlikçi toplum yapıları üzerinde aldatıcı bir doğrultuda varlıklarını sürdürürken ,ırkçılığın en açık örneklerine bu gibi ülkelerde rastlanabilmektedir .
Irkçılığın  temelinde yatan saf ırk oluşturma arzusu ,beraberinde büyük soykırım ya da etnik temizlik olaylarını gündeme getirdiği gibi aynı zamanda  büyük katliamlarla birlikte çeşitli ülkelerin iç savaşlara sürüklenmelerine de  yol açmıştır . Önce kendi bulundukları ülkelerde yönetimi ele geçirmek ve zenginliklere tekel olarak el koymak isteyen  ırkçı çevreler ,sahip oldukları ırk özellikleri ile kendilerini üstün ırk olarak görebilmektedirler .Üstün ırk inancı ile hareket edebilen  faşist yönetimler ise hiçbir zaman eşitlik ve özgürlüğe inanmamakta  ve bu yüzden de  insanların  kırılmalarına ya da giderek yok olmalarına neden olabilecek olumsuz politikalara öncelik verebilmektedirler . Faşist rejimlerin  temelinde var olan ırkçı kuramlar , bu tür yönetimleri sonunda etnik temizliklere ya da soykırımlara  doğru yönlendirmiş ve bu yüzden insanlık tarihi  büyük acılarla dolu geçmiştir . Etnik ya dinsel özelliklerin farklılığına dayanan ırkçı anlayışlar , devreye girdikleri ülkelerde insanların birbirini kırmasına ve giderek iç savaş olabilecek  etnik ve dinsel çatışmalara yol açmıştır . Ülke zenginliklerinden dışlanan orta tabakalara sahip çıkma görüntüsünde iktidara gelen  faşist rejimler , kendilerini destekleyen alt ve orta tabakaların çıkarları  doğrultusunda ülke ekonomisinde daha adil ve eşitlikçi bir  bölüşüm sağlayacağına  , kısa zamanda zenginlerin dümen suyuna girerek , devlet gücünü  ülke zenginliklerinin kendi aralarında  bölüşümünde kullanabilmektedirler . Var olan haksızlıklara karşı çıkan halk kitlelerinin desteğini alarak iktidara gelen bu gibi  faşist yönetimlerin kısa zamanda zengin sınıfların oyunlarına teslim olarak ,eşitlikçilikten vazgeçmeleri  ırkçılığın devam edip gitmesinde ana faktörlerden birisi olmuştur . Siyasetin doğasında var olan  bu ihanet çemberi ortadan kaldırılamadıkça , hem ırkçılık hem de  etnik ve sınıfsal  temizlik doğrultusunda  faşist girişimler , batının burjuva tipi demokrasilerinde sık sık görülebilmektedir . Görünüşte demokrasi olan bu ülkelerde hem gizli faşizm hem de ırkçılık sürüp gidebilmektedir. Var olan devlet yapıları da  bu yüzden büyük zararlara uğramaktadır .
Batı dünyasının önde gelen ulus devletleri de benzeri bir çıkmazın içinde varlığını sürdürmeğe çalışmaktadır .Bir ülke halkının  manevi anlamda birlik ve bütünlüğe kavuşmasının aracı olan uluslaşma sürecinin sonucunda kimlik kazanan ulusal toplum açısından da  ırkçılık ciddi bir bölünme ve dağılma tehlikesi gündeme getirmektedir . Bir ülkede iktidarı ya da gücü ele geçiren kesimler  hemen eşitlik düzenini bozabilmekteler ve bu doğrultuda  ırkçılığa kayarak hukuk düzenini ortadan kaldırabilmektedirler . Irkçı ve tekelci yaklaşımlar ülkelerdeki anayasal düzenleri rafa kaldırabildiği gibi  toplumların diğer kesimlerini de karşısına alarak ülkedeki demokratik yapıların çökmesine neden olabilmektedir Ulusal toplumların birliği ve bütünlüğü , aynı zamanda ulusal devletlerin ise üniter  yapılarının korunması  açısından son derece tehlikeli  bir durum yaratan ırkçı yaklaşımlar ya da faşist rejimler  ulusal yapıların sona ermesi gibi  olumsuz durumlara yol açabilmektedirler . Bu nedenle , ulusal yapılar ile ırkçı politikalar ya da faşist rejimler aynı zamanda bir ülkede var olamazlar . Hal böyle olmasına rağmen ulusal  devletlerin ya da rejimlerin faşistlikle suçlanmaları ya da  ırkçılıkla değerlendirilmeğe çalışılmaları gerçekçi bir yaklaşım değildir .  Bir ulus devlette faşizm ortaya çıktığı an beraberinde ayırımcı ırkçılık da hortlayabilir ve ulus devletlerin dayanağı olan anayasal eşitlik düzenlerini ortadan kaldırabilir . Faşist akımlar ya da rejimler aynı zamanda devlet düzenini de faşist bir çizgiye sürükleyeceği için ulus devletleri ortadan kaldırabilmekte ve kısa zamanda içine sürüklendiği ırkçılık batağında ulusal yapıların dağılmasına giden yolu açmaktadır . Tarihte görülen ırkçı ve faşist rejimlerin kısa zamanda ulusal yapıları ortadan kaldırdığını gösteren önemli siyasal gelişmeler batı toplumlarında birbiri ardı sıra gündeme gelebilmiştir .
Tarihteki gelişmelerin ve örneklerin açıkça gösterdiği üzere , ulusal toplumlar ırkçı yapılar değildir .Aksine ırkçılığı red eden ve her türlü ırkçı girişime karşı , ulusun birlik ve bütünlüğü içinde ulus devletler  kendi varlıklarını  koruma doğrultusunda  hareket eden  siyasal  yapılanmalardır . Ulusların tarih sahnesine çıkışı açısından konuya bakıldığında , tarih öncesi dönemlerden kalma ilkel kavim ve kabile türü küçük yapılanmaların ötesinde modern bir yapılanma olarak ulusların ortaya çıktıkları görülmektedir . Bir ülkede belirli bir süreç içerisinde tarih sahnesine çıkmış olan ulusal yapıların  geçici olduğu , zaman içerisinde bütün ulusal toplumların ortadan kalkacağı ve bu nedenle ulus devletler döneminin sona ereceğini ileri süren küreselci kesimler ,bu amaçları doğrultusunda ulus devletleri faşist yapılar olarak suçlamakta ve bu doğrultuda ulusçuluğu ırkçılık olarak göstermeğe çalışmaktadırlar . İçine girilmiş olan küreselleşme çağında ana çelişkinin ulus devletler ile küresel emperyalizm arasında ortaya çıkması nedeniyle , ulus devletleri bir an önce tarih sahnesinden  silme doğrultusunda küresel emperyalizmin ciddi bir ulusal toplum ve ulus devlet düşmanlığı yaptığı ve bu doğrultuda  uluculuğu ırkçılık olarak göstermeğe çaba gösterdiği anlaşılmaktadır. Ulusculuk ırkçılık olmadığı gibi ulus devletler de faşist siyasal örgütlenmeler değildir . Ne var ki , küresel sermaye bir an önce bütün dünyayı  finans kapitalin merkezinde yer aldığı  bir dünya imparatorluğuna dönüştürmeyi hedeflediği için  ulusları ırkçı oluşumlar , ulus devletleri de faşist yapılar olarak  suçlamaya devam etmektedirler . Küresel emperyalizm ile ulus devletler arasındaki çekişme dönemi sürüp giderken ,küreselleşme olgusunun neo-liberal çevreler tarafından gösterilmeğe çalışıldığı gibi bir liberal yapılanma değil aksine ,finans kapitalin çıkarları doğrultusunda dayatılan  küresel bir yeni faşist  oluşum olduğu ortaya çıkmaktadır . Batı merkezli küreselleşme ,yeni bir batı sömürgeciliği olarak dünyanın başına bir çuval gibi geçirilmeğe çalışılmakta ve bu zoraki dayatmaya karşı  kendini korumağa çalışan ulus devletler faşistlikle suçlanırken ,ulusal yapıları geleceğe dönük bir çizgide korumağa çaba gösteren ulusalcılık akımları da ırkçılıkla suçlanabilmekte ve böylece kamuoyu üzerinden halk kitleleri aldatılarak  küresel sermayenin güdümünde bir dünya imparatorluğuna direnen ulusal yapılar ve devletler tasfiye edilmeğe çalışılmaktadırlar .
            Ulusçuluk hiçbir zaman ırkçılık değildir .  Irklar insanlığın ilk çağlarından bu yana oluşan biyolojik ve etnik yapılanmalar olmasına rağmen , uluslar modern çağların ürünüdürler. Batı dünyasında , Rönesans ve Reform atılımları sonrasında ortaya çıkan bilimsel devrimler toplum ve devlet  düzenlerini değiştirerek  aydınlanma devriminin önünü açmıştır . Fransız devrimi  ile tarih sahnesine çıkmış olan ulusalar , modernleşme ile  çağdaş yapılanmaları  toplum içerisinde geliştirerek , insanları ilkel kavim ve kabile türü yaşam düzenlerinden kurtarabilmiştir .Bu nedenle uluslar için insanlığın modern yüzünün toplumsal örgütlenmesi denebilir . Ne var ki , eski dönemlerden gelen etnik ve biyolojik bir yapılanmanın adı olan ırkçılık ise  insanlığı insan olmanın ötesinde diğer canlılar ile kıyaslanma noktasına sürükleyen oluşumun adıdır . Bu yönü ile ulus ve ırk kavramları mutlak anlamda birbirlerinden farklıdır ve hiçbir zaman aynı anlama gelmemektedirler . Bu yüzden de uluculuğun ırkçılık olmadığı çok açık bir biçimde görülmektedir . Ne var ki , küresel emperyalizmin  uyanıklığı doğrultusunda  ve  onların oyununa gelerek ,insanlığı modern ulus devletlerden ayırma girişimleri  çizgisinde emperyal saldırılarda  uluslar ırk olarak gösterilerek dağıtılmağa çalışılmakta ve bunun  doğal sonucu olarak da ulusçuluk ırkçılık gibi gösterilmektedir . Büyük bir siyasal oyun oynanırken , hem ulus devletler hem de ulusal toplumların ortadan kaldırılmaları doğrultusunda  bir ırkçılık suçlaması küresel emperyalizmin desteğinde  yaygınlaştırılmak istenmektedir . Kavramların  anlamı  değiştirerek ,ayrı kavramlar birbirinin yerine kullanılarak yürütülmek istenen bir  zihin oyununa kurban gitmeyecek kadar  ulusların güçlü oldukları ortaya çıkmış ve bu nedenle ,bu kadar büyük saldırılara rağmen ulus devletler bir türlü ortadan kaldırılamamıştır .
Uluslar utanmak üzere yaratılmış   toplumsal organizasyonlar değildir . Modernleşme sürecinin getirmiş olduğu tüm çağdaş özelliklere sahip bulunan ulusların her türlü emperyalist saldırıya rağmen kendilerini koruyabildikleri ve ayakta kalarak geleceğe dönük bir var olma mücadelesi sürdürdükleri göze çarpmaktadır . Bu durumda hala ulusçuluğu ırkçılık göstermeğe çalışarak , halk kitlelerini aldatmağa çalışmak ya da ulus devletleri faşist siyasal örgütlenmeler gibi göstererek  kavramları ve konuları çarpıtmağa çalışmak  ,uygarlığın bu gün gelmiş olduğu aşamada hiçbir biçimde kabül edilmesi mümkün olmayan olumsuz girişimlerdir .Büyük para babalarının çıkarları doğrultusunda küresel emperyalizme hizmet edenlerin bu tür kavram çarpıtmalarına inanmayacak kadar güçlü olan uluslar  , ulusçu çizgide mücadele ederek varlıklarını koruyacaklar   ,şirketler tekelci bir çizgide devleşerek büyürken , ulus devletlerin  de  etnik küçük oluşumlara ya da küçük eyalet yapılanmalarına  kurban  olmayacak  derecede güçlü olduklarını göstermeleri gerekmektedir . Ulus devletler ve küresel şirketler arasında sürüp gitmekte olan bu kavgada , ulusların ve modern ulus devletlerin  ayakta kalabilmeleri için yeni güçlendirme yapılanmalarına gerek vardır . Emperyal saldırılar ile  ulus devletleri tarih sahnesinden silmek isteyen küresel şirketlerin , ulusçuluğu ırkçılık ya da ulus devletleri faşist örgütlenmeler olarak göstermeğe çalışan oyunlarına artık son verilmesi gerekmektedir . Anayasa mahkemesinin ulus devlet ilkesine dayanarak ,etnik bölücülük yapan siyasal partileri kapatma kararını bile  ırkçılıkla suçlayacak düzeyde bir kavram saptırmasına  gidebilen emperyal oyunların sona erdirilmesi doğrultusunda  , artık ulusların seferber olması ve  kendisini daha güçlü bir biçimde koruyacak doğrultuda ulusal korunma reflekslerini harekete geçirmesi gerekmektedir . Ancak bu yoldan küresel emperyalizmin dünya  devletlerine ve uluslarına  yönelik  saldırganlığı önlenebilecektir . Ulusçuluk ırkçılık değildir ama ,küresel emperyalizm Siyonist lobilerin kontrolu altında olduğu sürece resmen ırkçılıktır .Para babası ırkçıların çıkarları uğruna ,dünya  ulusları çatısı altında barındıkları  ulus devletlerden vazgeçemezler .  Asıl ırkçıların ulus devletlere saldıranlar olduğu   ortaya çıkmıştır .