30 Aralık 2016 Cuma

AKP VE ERDOĞAN ULEMA GEMİSİNE BİNDİLER.SÖZDE AB VE ABD'Yİ İSLAM YAPACAKLARDI.BÜYÜK ÇÖKÜŞ!.. (PHA-Hüseyin Hakkı KAHVECİ-Özel)

AKP VE ERDOĞAN ULEMA GEMİSİNE BİNDİLER.SÖZDE AB VE ABD'Yİ İSLAM YAPACAKLARDI.BÜYÜK ÇÖKÜŞ!.. 
(PHA-Hüseyin Hakkı KAHVECİ-Özel)
Erdoğan ; İngiliz ajanlığı ile irtibatlandırılan Şeyh Nazim Kibrisi ile iyi ilişkilere sahipti.Ve birçok zaman gözlerden uzak istişare ediyorlardı.Ulema gemisine binen Erdoğan ülkeyi batağa sapladı.
Nakşibendi tarikatı lideri olan ve birçok ülkede müritleri bulunan Şeyh Nazım Kıbrısi 92 yaşında hayatını kaybetti. Türk siyasetçilerle hep yakın ilişki kuran Şeyh Nazım Kıbrısi hastaneye kaldırıldığında Başbakan Erdoğan da arayarak bilgi almıştı...
Yapmış olduğumuz İstihbari çalışma neticesinde bugün yaşananların temelinde kısaca AKP ve Erdoğan politkalarının temelinde Nazim Kibrisi denilen kişinin ezoterik denilebilecek bazı bilgileri yer alıyor.
Erdoğan ve AKP politikalarını bunun üzerine kurdular.
Öyle ki ! AB ve ABD ' de fecaat arz edecek mağlubiyetler sonrasında aklımıza Mültecileri silah gibi kullanan Erdoğan geldi.
Tabi bu strateji TARIK BİN ZİYAD stratejisiydi.
Bu strateji Emevilerin Orta Asya bozkırlarında 70 yılda 100 bin Türk erkeğini katlederek binlerce Türk kadının cariye binlerce çocuğu köle yaptıkları stratejiyi aklına getiriyor.Buradan sonrasında Türkler müslüman oldular.Aslında kadınlarına tecavüz edildi.Erkekleri öldürüldü.Bunun adına bize müslüman oldunuz dediler.
Aynı strateji bugünde devam ediyor.
Şarlatan bir İngiliz Ajanı mı, yoksa gerçek bir Şeyh mi? Kim bu Nazım Kıbrısi?
İngiliz İstihbaratı, tarikat şeyhi kılığına soktuğu bir mensubunu içimize sızdırmış olabilir mi?
İngiliz istihbaratının yetenekleri dünyaca meşhurdur. Öyle ki Arabistan yarımadasının Osmanlı egemenliğinden koparılmasında İngiliz Casusu Thomas Edward LAWRENCE öncülüğünde İngiliz İstihbaratı en büyük rolu oynadı ve etnik milliyetçiliği kullanarak Arap vatandaşlarını Osmanlı' ya karşı ayaklandırmayı başardı. (Şimdi hangi vatandaşlarımızı ayaklandırma gayreti içerisinde oldukları hepimizin malumu.)
İngiliz İstihbaratının, Türk-İslam Dünyasının içerisine sızmak, vatandaşlarımızın beyinlerine, dini duygularına nüfuz etmek ve bu suretle kendi çıkarları doğrultusunda kamuoyu oluşturmak için türlü yollar denediği ve denemeye devam edeceği bir vaka.
Bu yollardan birinin de "Şeyh Nazım KIBRISİ" olabileceği kimi kaynaklarda yer aldı. Bir çoğumuz tarafından samimi bir İslam büyüğü, bir şeyh olarak bilinen bu şahsın, İngiliz İstihbarat Servisinin maaşlı elemanı olduğu, bu konuda Türk İstihbarat biriminde açılmış bir dosya bulunduğu Cengiz ÖZAKINCI' nın "Türkiye' nin Siyasi İntiharı Yeni Osmanlı Tuzağı" isimli eserinde belirtilmektedir. Hürriyet Gazetesinden Yıldırım ÇAVLI' nın 4 Ocak 1996 tarihli haberinde de bu konunun ele alındığı, yine aynı eserde ifade edilmiştir.
İslam büyüğü, tarikat şeyhi olarak bilinen bir şahsın İngiliz İstihbarat elemanı olma ihtimali bile hepimizi dehşete düşürebilecek türden. Yukarıdaki eserde yer alan söz konusu bilginin ne kadar gerçeği yansıttığını bilemiyoruz ama bahse konu eser Nisan 2005 tarihinden Ekim 2007 tarihine kadar 14 baskı yapmış ve halen alıntı yaptığımız bilgilerle birlikte eserin satışı devam etmektedir.
Günümüzde o denli bilgi kirliliği ve dezenformasyon ile karşı karşıyayız ki, hangi bilginin doğru hangisinin yanlı ve yanlış olduğunu kestirmek gerçekten güç. Vatandaşlarımızın uyanık olmaları, çapraz okuma suretiyle akıl-mantık süzgecinden geçirerek doğruluğunu-yanlışlığını test etmeleri gerektiği acizane tavsiyemizdir.
AKP iktidara geldikten bir yıl sonra anlaşılan SURİYE savaşı planlanmış.Bakıldığı zaman Şeyh Nazim Kibrisi bu konuda beyanlarda bulunuyor.
İngiltere Kraliçesinin İstanbul ziyaretinde basına kapalı olarak Cumhurbaşkanı Gül ve Başbakan Erdoğan boğazda demirlemiş olan İngiliz donanması amiral gemisine davet edilerek bu arada yıl 2008 Suriye savaşının masaya yatırılmış olduğu düşünüyoruz.
2009 yılında başlayan süreçle İngiliz destekli RABITA terör örgütü Türkiye içerisinden dönemin Başbakanı Erdoğan himayesinde FETVA toplantıları düzenlemiş ve komuta merkezi olarak Gaziantep seçilmişti.
Bugün bunları yaşarken dün perde gerisinde ne varmış ona bakacağız.
İşte ulaştığımız o bilgiler ! 
AKP Gerçeği! İngiliz Uşağı Şeyh Kıbrisi'den Talimatlar
Uzun sakallı , Nakşibendi Şeyhi Nazım Kıbrısi.
Ve , Erdoğan'ın yakın arkadaşı Remzi Gür.
Bu konuşmadan, sohbetin; Tayyip Erdoğan'ın Siirt'ten milletvekili seçildiği 9 Mart 2003'ten sonra yapıldığı anlaşılıyor.
Sohbet, Nakşibendi şeyhinin hükümete seslenişiyle başlıyor.
- ONLAR BU İŞİ YAPIN DESİN, ONA GÖRE YAPSINLAR
- TALİMAT, EMİR GELSİN..
Hemen sonra Remzi Gür, şeyh Kıbrısi'ye orduyu şikayet ediyor.
- FELAKET HAZIMSIZLAR
Nakşibendi şeyhi şikayeti, el öpme töreninin ardından yanıtlıyor.
- PASİF DURACAKLAR
Ve hükümetin yapması gerekenleri sıralıyor.
- EMRİNİZE AMADEYİZ DESİNLER
Terslik olasılığını da hesaplayan şeyh Nazım, "B" planını açıklıyor.
- KAÇ MEBUS VAR? İSTİFA ETSİNLER
Nakşibendi şeyhi, vekillerin istifa dilekçesini de yazıyor.
- KOLTUK SEVDALISI DEĞİLİZ
Şeyh, Atatürk Cumhuriyeti ve Türk Silahlı Kuvvetleri'ne son darbeyi indirmek için; Amerika'nın Irak'ı işgalini fırsat biliyor.
- KİMİ İSTERLERSE GETİRSİNLER
Ancak, orduyu işaret diliyle anlatmayı tercih ediyor.
Şeyh Nazım, Türkiye Cumhuriyeti'ne ömür de biçiyor.
- BUNDAN DAHA ZİLLET GÖRMEDİK
- SAĞLAM TEMEL DEĞİL
Remzi Gür, şeyhin bu zırvalıklarına onay veriyor.
- VERİLEN ÖMÜR BU KADAR
Kaydın bu bölümünde, şeyhin bir hayli keyiflendiği görülüyor.
Remzi Gür'e "Hacıbey" diye hitab eden şeyh, Abdullah Gül'e sesleniyor.
- GÜL MÜHRÜ TESLİM ETSİN
Ardından, yakın arkadaşı Remzi Gür ile, Erdoğan'a da mesaj gönderiyor.
Ve asıl hedefini açıklıyor.
- BÜTÜN DÜNYAYI İSTİYORUM
Sıra, sohbetin en "can alıcı" noktasına geliyor.
- ALTIN ÇOK
Nakşibendi şeyhi; tüm bu planların hayata geçmesi için, ne kadar altın gerektiğini soruyor.
- DEVAM, 40 YETİŞİR Mİ SANA?
Bu teklifi duyan Remzi Gür, ellerini ovuşturuyor.
Sonra da "Şeyhe bağlılığını" gösteriyor.
 Nakşibendi cemaatinin dünyadaki en önemli ismi Nazım Kıbrısi.
Kıbrısi’nin yanında dizlerinin üzerinde oturan kişi ise son dönemin yükselen isimlerinden işadamı Remzi Gür.
TMSF’nin el koyduğu pek çok varlığı satın alan Gür, Başbakan Erdoğan’ın çocuklarını yurtdışında burslu okutmasıyla da tanınıyor.
Nakşibendiler’in sitesinde Gür’ün Erdoğan’ın resmi danışmanı olmamasına rağmen,“Şeyh Nazım Kıbrısi’den Başbakanın Danışmanı Remzi Gür’e Nasihatlar” başlığıyla yayınlandı.
TALİMATSIZ İŞ YAPMASINLAR
Konuşmalardan anlaşıldığı kadarıyla AKP, Kasım 2002 seçimlerini kazanarak henüz iktidar olmuş. 18 Aralık 2002’de Necip Hablemitoğlu öldürülmüş. Kıbrısi’nin konuşmasından Hablemitoğlu’nun cenaze töreninden kısa süre sonra konuştuğu anlaşılıyor.
Kıbrısi yeni iktidara Remzi Gür aracılığıyla kibarca söyleyecek olursa “nasihatlerde” bulunuyor.
Kıbrısi “kendi akıllarıyla iş yapmasınlar. Bugünkü talimat nedir? Emriniz nedir? Sorsunlar ona göre iş yapsınlar” diyor.
Ardından Remzi Gür, askerleri Kıbrısi’ye şikayet ediyor: “Felaket hazımsızlar, dün iki tane paşa geldi bizim oraya ortada fol yok yumurta yok felaket rahatsızlar”.
Kıbrısi konuşmanın devamında tekrar ediyor: “Hükümetin bugünkü hizmeti ne olacaktır? Siz ne isterseniz biz ona amadeyiz desinler.”
Kıbrısi, konuşmasının devamında AKP’yi kastederek “eğer devlete hükmetmezlerse istifa etsinler” uyarısında bulunuyor. Kıbrısi “zaten az bir zaman kaldı, muharebeden sonra işleri tamamdır” diyerek apoletlerine dokunuyor.
Erdoğan için çok önemli isim olan Remzi Gür ve Şeyh Nazım Kıbrısı
TC ÖLDÜ
Kıbrısi, Necip Hablemitoğlu’nun cenaze töreninden duyduğu rahatsızlığı anlatıyor. Devlet erkanının, cumhurbaşkanının, askerlerin cenazeye katılmasından hareketle Kıbrısi şöyle konuşuyor: “Bu adamın sıfatı ney, TC’yi mi temsil ediyordu dedim, TC öldü, sanki TC’nin kendisinin cenazesini kaldırdılar, bu adamın şahsında TC öldü”.
Kıbrısi konuşmasında şöyle söylüyor: “Bu adam Müslümanların hedef aldığı TC Cumhuriyeti’nin kendisiydi ki vurdular öldürdüler”
Remzi Gür yeni öldürülen Hablemitoğlu ile ilgili şok bir iddiayı askerleri şikayet ederek şöyle dile getiriyor: “Efendim burada şöyle bir oyun daha var. Bu (Hablemitoğlu), Türkiye AB’ye girerken Alman Vakıfları’nın Türkiye’deki çalışmalarını inceledi. Almanlar buna itiraz etti. Askerler aba altından onlara da sopa gösteriyor, diyor ki ‘bizi AB’ye almayın’”.
BUNLAR 70 SENEDE BİTTİ
Kıbrısi cevap veriyor: “700 sene Osmanlı dayandı bunlar 70 senede bitti…. Bitti artık ektiğiniz ekin mevsimlikti”
Remzi Gür “Verilen ömür bu kadar” diye cevap veriyor.
Kıbrısi, “Biçilecek, bu ekin kalkacak, yeni ekin ekilecek” diye bağırıyor.
Kıbrısi Abdullah Gül’ün henüz Başbakan olduğu, Erdoğan’ın ise Siirt seçimlerini beklediği günlerde konuşmasını şöyle devam ettiriyor: “Doğan gün bizim içindir korkma, istedikleri anda ruhunu temsil etsin Gül, öbür Bey’e de bildir ‘ısrar etme hiçbir şeye’ de. Bir şey yapacak vakit zaten kalmadı. Harp kapıda. Harp geldi mi düzen bozulur.”
Kıbrisi konuşmasını şöyle bitiriyor: “Yeryüzünde bir yerde küfüre razı değilim. Bir yerde bir kimse küfür ederse onu da tüketmek için izin istiyoruz. Bütün dünyayı istiyorum, İslam için. Öbür taraf kafir olacak, bu taraf Müslüman olacak yok yok bitti. Beğenen yaşasın beğenmeyen gebersin.”
Remzi Gür, Kıbrısi’nin elini öpmeye kalkıyor, ancak Kıbrısi elini çekiyor.
İŞTE REMZİ GÜR VE ŞEYH ARASINDA GEÇEN KONUŞMANIN BİR BÖLÜMÜ
Remzi Gür: Dün iki tane emekli paşa geldi. Ortada fol yok yumurta yok çok rahatsızlar. Rahatsız olacak hiçbir şey görmüyorum ama o kadar rahatsızlar ki.
Kıbrisi: Anladık rahatsızlığı. Ne talimat gelirse, tahriri olarak kabul etsinler. Siz ne istiyorsanız biz ona amadeyiz desinler. Ama iş, suyumu bulandırıyorsun davası varsa...
Remzi Gür: öyle bir şey var galiba...
Kıbrisi: Varsa o zaman çaresi yok. 367'si de vazifemizi icra edemeyeceğimizden, burada millete verdiğimiz sözü yerine getiremeyeceğimiz cihetle hükmedemeyeceğimizi anladık, istifa ediyoruz kendi işimize dönüyoruz desinler. Başka bir şey yapmasınlar. 367'si de hemen diyecekler koltuk sevdasında olan insanlardan değiliz. Madem ki hükmedemiyoruz...
Saadet Partisi ve Mustafa Kamalak Kıbrisi ziyareti
Noktasına virgülüne dokunmadan planlanmış Türkiye yıkım projesini Kıbrisi açıklıyor.
Şeyh Nazım Kıbrısi efendi, 2004 yılında : “Bu zaman Efendimizin buyurduğu zamandır. “ Hazreti Mehdi’nin zamanı 7 senedir. O’nun zamanında Deccal de gelecektir.  Deccal’i öldürmek için İsa As. gökyüzünden gelecektir.
Buraya dikkat edin.ULEMA dedi.Erdoğan yaptı.
 O büyük harbin sebebi Türkiye olacaktır. Türkiye’deki hareket büyük harbe dönüşecektir. Türkiye’nin başındakiler Avrupa’ya bağlanalım, Amerika’ya bağlanalım, Rusya’ya bağlanalım diyecekler. Sonunda Rusya’ya bağlanalım diyenler galip olacaktır. Rusya ile beraber olunca bütün Rusya karşıtı devletler ayağa kalkacaktır. Büyük Harp İskenderun’da Amuk ovasında olacaktır. Bir milyon islam tarafından asker gelir. Bir milyon da kafir Rus tarafından asker gelir. Büyük muharebe olur.
O muharebede Hz. Mehdi daha görünmez. O harpte kafirler, dinsiz imansızlar, komünizm, faşizm, Nazizm; İzim’cilerin hepsi telef olur. İstanbul zapt olunur. İstanbul’da bir seda: Deccal çıkmıştır. Şerrinden sakınmak isteyenler Şama, Mekke ve Medine’ye sığınsın. Millet oralara gidecek.
Deccal 40 gün dünyayı dolaşır. Bizim zamanımızla 1 sene 6 veya 7 aydır. Fesadlık için, dini bozmak için dolaşacak. Onun üzerine Allah Zülcelal, İsa As.’ı gönderir. İsa As. Deccal’in kafasını kesip Cehenneme yollayacaktır. O vakit bütün dünya İslam’a açılmıştır. İşte bu zaman yaklaşıyor. Kendini korumak isteyen Allah’a kaçsın. Korunmayanlar, korumak istemeyenler hepsi gidecektir. Çok yakındır. Kendisi doğmuştur. Çık diye daha emir verilmemiştir. Çık diye emir aldı da çıktı mı bir tekbir alır, bütün bu teknoloji ölür. Hiçbir alet çalışmaz. Ne uçaklar uçar, ne zırhlılar yürür, ne gemiler yüzer, ne arabalar çalışır. Elektrik enerjisiyle çalışan her şey durur. Mehdi As. İslam’ın kuvvetini gösterecektir. Allah o günleri bize göstersin. Allah bizi Mehdi As’a kavuştursun.”
AKP iktidarını İNKILAP OLARAK GÖRÜYORLAR.
1. "Türkiye'de bir inkilap olur."
2. " Mehdi (a.s.) zuhurundan evvel bir hareket olacak, cenup hududu açılacaktır. Suriye hududu kalkar Şam'la bir olur."
Ruslar meydanı boş bulup bize saldıracak, bizim ordumuz güneyde Amik ovasında olacak o esnada Ruslar rahatça girecekler.  Fakat "Ruslar Avrupa boğazları kullanmasın diye tedbiren İstanbulu işgal etmiş de 6 ay sonra kendiliğinden çıkmış gibi duruyor
Yine Şeyh Efendi'nin bir sohbetinde Almanların da fırsattan istifade Ruslar'a ve Japon'un Çin'e saldıracağını, başka ülkeler de vardı saydığı böylece 3. Dünya Savaşı çıkıyor ve anlattığına göre ellerindeki bütün nükleer bombaları kullanıyorlar 
Hadiste diyor ki "
Yakında siz Rumlar'la emin bir sulh yapacaksınız.
Sonra siz gaza edeceksiniz.
Onlar da gerinizde sizin gaza ettiğinize düşman olacaklar.
O harpten muzaffer çıkacak ve ganimet alacaksınız.
Sonra yeşil bir ovaya konacaksınız.
Orada bir Rum neferi salibini kaldıracak ve diyecek ki: "Haç galip geldi."
Ona müslümanlardan birisi karşı koyup, kendisini öldürecek.
Bunun üzerine Rumlar muahedeyi bozacak ve gadredecekler.
Büyük muharebeler olacak.
Sizin için toplanacak ve 80 sancak halinde üstünüze gelecekler.
Her bir sancak altında 12000 kişi olarak." 
Bu hadiste anlatılan Haç galip geldi olayından sonra Amuk ovası savaşı gerçekleşiyor. Ama bilemiyorum, Amerika var, Rus var, müslümanlar var. Ruslarla savaştığımız kesin, aşağı Irak'a girince niye girdiniz diye bize saldıracaklar ama Amerika bu olaya nasıl dahil oluyor onu bilemiyorum. 12000 kişilik 80 sancak da Ruslar'a ait.
Hadis tercümesinde Benî Esfer yazıyor yanına parantez içinde Rumlar yazıyor ama Şeyh Efendi ona Ruslar diyor. Bu arada kaynak Rumuz el- Ehadis. Bir alttaki hadiste aynı konuyla ilgili sadece Rumlar yazıyor, acaba orada da Benî Esfer'i mi kastediyor anlayamadım.
.............
AMİK OVASINDA SAVAŞ
(Hatay) Amik ovasında Muharebe olur. Ne Rus ne Çin hiçbiri galib gelmez. 100 Rus 100 Çin olsa dümdüz edecekler gene de.
Dünya boşalacak. 5 te 2 kalır
Mehdi a.s gözlere zahire inecek; lakin herkesin görmeye hakkı yoktur.
Rusun da sırtı çok kaşınıyor ona da binecekler.
İstanbuldan 80 fırka Asker gidecek Amik ovasına ve Kıbrıstanda.
Şamdan bir kuvvet gelir diyor Şeyh Efendi hz. Amik ovasında çatışır Melhame (en büyük savaş 3.dünya harbi) orda olur Amik ovasında...
3 te biri kaçar 3 te biri şehid olur 3 te biri galib gelir...
Rus taraftarları  aramayla bulunmaz daha hepsi süpürülecek...
İlk başta Osmanlının çökmesi gerekiyordu Adetullahı tehyic için ve ardından gelen bu hadise en büyük Velinin gelirken en büyük fitneyi durdurması için...
Ardından İstanbulun fethide olacak (Hicri 1453 de) (2032)
ERDOĞAN BU YÜZDEN BAŞKANLIĞI İSTİYOR.
MEHDİNİN GELİŞİ VE SULTAN 4. SELİM
Hz. Mehdi (a.s.)‘ın gelişi
İslam'ın son Peygamberi Hazreti Muhammed (Aleyhis-Selam)'ın Kendisinden sonra kıyamete kadar yaşanacak devirler şöyle sıralanmaktadır (İmam Ahmed Bin Hanbel , 4.273):
1) Hulefa-i Raşidin Devri;Dört büyük Halife'nin (Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali) ard arda geleceği devir
2) Umera Devri;Şam'da Emevilerin, Bağdat'ta Abbasilerin Emir-il Mü'minin (mü'minlerin başı) olacağı devir
3) Müluk Devri; Osmanlı Padişahlarının halifeliği devralıp müslümanları idare edecegi devir
4) Cebabire Devri; Müslümanların tek elden yönetilmeyecegi, Kur'an-ı Kerim'e riayet edilmeyen "Ahir Zaman" devri. Zulmün ve küfrün arttığı, inançsızlığın moda, müslümanlığı yaşamanın ise avuç içinde ateş tutmaktan daha zor olduğu devir.
5) Hazreti Mehdi ve Hazreti İsa Devri;Mü'minlerin tekrar bir bütün haline gelip tüm dünya üzerinde adaletin ve Allah'a imanın yayılacağı devir.
Peygamberimizin (a.s) neslinden olan Hz. Mehdi ve yeryüzüne geri inecek olan Hz. İsa'nın zuhuru hakkındaki rivayetler şöyledir:
Hz. Mehdi'nin zuhurundan önce, dünyayı kaplayacak olan bütün zamanların en büyük savaşı (armagedon) çıkar. Bu savaş üç ay sürer ve dünya nüfusunun büyük bir kısmı telef olur (bir habere göre, yedide altı nisbetinde). Ölecek olanlar zalimler ve kafirlerdir.
Mehdi (a.s.) Medine'de zuhur eder ve üç kere "Allah-u Ekber" diye tekbir aldığında bütün ateşli silahlar durur, savaş biter. Aynı zamanda dünyada teknolojiye hayat veren enerji yok olur.
Savaş durduktan sonra, Hz. Mehdi Şam ve Konya üzerinden İstanbul'a vararak Mukaddes Emanetleri teslim alır ve Deccal'ın Horasan (İran)'dan ortaya çıkmakta olduğunu ilan eder.
Daha sonra, Deccal ve ordularına karşı cihadı başlatmak üzere Şam'a geri döner. Bu arada, Deccal Kudüs'e gider ve oradan tüm dünyaya küfrü yaymak üzere kırk günlük bir seyahate başlar.
Kırk gün tamamlandıktan sonra Hz. İsa nüzul eder, Deccal'ı Şam yakınlarında öldürür ve Hz. Mehdi ile Şam'da buluşur. Mehdi (a.s.)'ın hükmü yedi sene sürer. Ondan sonra ise, Hz İsa bütün dünyada kırk yıl hükmeder. Bu zaman içerisinde kötü ve şeytani hiçbir şey kalmaz ve dünya adeta cennet gibi olur (Altın Çağ). Kırk yıl sonunda Hz. İsa (a.s.) Medine'de ruhunu teslim eder ve Peygamberimizin (s.a.s.) yanına defnedilir.
Sonra kötüler ve şeytaniler dünya üzerinde azar azar yeniden ortaya çıkar ve on yıl boyunca çoğalırlar. Bu on yılın sonunda, mü'minler cennetten gelen rüzgarı teneffüs edip ruhlarını teslim eder ve kıyamet geriye kalan kötüler ve kafirlerin üzerine kopar.
Şimdi yaşadığımız zaman, tabii ki cebabire devridir. Zulüm ve küfürle birlikte doğal afetlerin, kaza ve belaların, savaşların ve terörün çoğalması, bu dönemin de sonuna yaklaştığımızın işaretidir.
Mehdi a.s. ve Sultan 4. Selim buluşması:
“Ya Resulallah, kıyamet ne vakit kopar?”, sorusuna, bir mübarek Cuma günü hutbede iken şöyle cevap vermişlerdir; “Ey Müminler! Biliniz ki, benden sonra Hülefa’i Raşidin gelir. Sonra mülk ve saltanat devri ile birlikte Emevi’ler gelir. Sonra Abbasiler gelir
Ve sonra ey Ashabım! Bir Selim gelir emaneti alır ve en son bir Selim daha gelir, emaneti verir. Eğer, kimdir bu Selim diye soracak olursanız, bilin ki adına Osmanlı İmparatorluğu denilen ve o devirde kılıcı en keskin olan Islam devletinin Padişahı, birinci Sultan Selim Han bizzat benim emrim ile Mısır’ı fethedip Abbasi’ler den emanetlerimi teslim alır.
Sonra o şanlı imparatorluk 700 yıl boyunca Allah’ın dinini ve benim sancağımı üç kıtada yayar ve dalgalandırırlar. Ve yine sonra, ey ashabım! Biri gelir bu saltanatı yıkar. Böylece Cebabire devri girmiş olur ki, bu devirde küfür Islam üzerine hakim olur. Müslümanlar türlü eziyetler görürler ve horlanırlar.”, diye buyurur.
Bu üzücü ve yıkıcı haber karşısında ağlamaya başlayan ashabının yüzündeki gözyaşlarını gören Hazreti Peygamber sallallahu aleyhi ve selem mübarek baş parmağı ile şehadet parmağının arasını işaret ederek; “Üzülmeyin, ey ashabım! Elbet bu devrin de bir sonu vardır ki, fazla sürmez. Sonunda sancak, düştüğü yerden kalkar. Allah’ın emriyle Sultan geri döner ve hak yerini bulur. Dağılmış olan ümmetim yeniden hilafet sancağı altında toplanırlar.
Lakin ondan önce bir Melhame’i Kübra olur ki, bu Beni Asfar (Rus) kabilesinin Türk kavmine saldırmasıyla başlar. Adına ‘Büyük Budama’ denilen öyle büyük bir savaş olur ki, dünya doğu ve batı olmak üzere iki cepheye ayrılır. Nitekim doğu’nun batı’ya karşı yapacak olduğu bu savaşta insanların yedide altısı telef olur. Üç ile yedi ay kadar sürecek olan bu müthiş ve görülmemiş savaşta Beni Asfar kabilesi Amik ovasında tamamen imha edilir.
Sonra, ey Ashabım! Üç tekbir sesi duyulur ve benim temiz soyumdan kırkıncı neslimden, öz be öz torunum olan Muhammed’ul Mehdi aleyhisselam zuhur eder ve bu savaşı durdurup Garbi Roma ile Şarki Roma’yı (Vatikan ve Istanbul) fetheder.
Akabinde derhal Konya’ya gelir ve orada ihtişam ve tazim içinde benim kutsal emanetlerimden mübarek kılıcımı son Selim olan Osmanlı padişahı 4. Sultan Selim Han tarafından bizzat tören ile, teslim alıp beline kuşanır.”
Dolayısıyla, bunun gibi daha birçok Hadis’ler mevcud’dur ki Riyaz’us Salihin’de yazmaktadır.
Mehdî aleyhisselâmın çıkışı nasıl olacak?
Vaktin sahibine vakit yakın geldi, Mehdî a.s.’ın yetişmesine az kaldı; birisi Türkiye meselesidir, bir hükümet gelecek üç ay komünist rus tertibi olacaktır, lâkin bütün Türkiye değil, ahali de ordu da ikiye ayrılacaktır. Şam hudûdu açılır ve hudut kalmaz. Sonra üç ay içinde büyük muharebe çıktığında Mehdi a.s.’ın çıkmasına üç ay var demektir. Komünistlik öldü ama komünistler hâlâ duruyor. Onların iflâhı kesilecek ve bitecektir. O temizlik olacaktır.
İskenderun Amuk Ovasında büyük muharebe olur. Eskiden Amuk Ovası bataklık içerisinde bir yermiş, Türkler sancağa girdikten sonra Allah’ın hikmetiyle kanallar açtılar ve bataklık kurudu. Komünist ordularıyla İslâm askeri orada karşılaşacak deniyor.
İslâm askeri üç bölük olur; bir bölüğü döner kaçar, ikinci bölük şehid olur. Üçüncü bölük sebat eder ve Cenâb-ı Hakk’ın nusreti yetişir ve sol komünist ordularının hepsini süpürür geçer. Cenâb-ı Hakk onlara ilahi nusretini göndedir, ta İstanbul’a kadar açılır.
Büyük Şeyh Efendi Hz.’leri, gayb Alman kuvveti çıkacak dedi, gayb Almanın kuvveti bir taraftan Rusun üstüne yürür. Japon ise Çinin üstüne yürür.
O vakit Mehdî a.s.’a tekbir alsın diye emir verilir. Onun şimdiki makâmı Hicazdadır. Bir mağara içerisinden bir su akar, gece baktığında yıldızlar gibi nur geçer. İçerisine yaklaşmaya izin yoktur cin tayfası muhafaza ettiğinden etrafına girilmez. Dokunan taş kesilir. Etrafta taş kesilmiş çok insan sûretleri vardır.
Orada tekbir alındığında; ilk tekbirde teknoloji diye bir şey kalmaz. Kuvvet membaını bitirdi mi biter. O da bir kutup elindedir, şalteri şırak diye aşağı döndürdü mü hiçbir alet edevat işlemez, makine devri diye bir şey kalmaz. Hz.Mehdî a.s. bu makina devrini yani teknoloji denilen insanlığı yıldıran ve kendisine taptıran sahte ilâhı yıkacaktır. O birinci tekbirde gider;
İkinci tekbiri ne radyo ne de televizyona gerek kalmadan magripten maşrıka bütün dünya işitecektir, Allâhuekber! bütün müminlere hakiki îman nuru ve aslandaki gibi şecaat giydirilecek;
Üçüncü tekbirde Şama ayak basılır, kâfirlerin kalplerine korku sarılır. Kâfirler kurtulmak, başlarının çaresine bakmak için paniğe düşerler. Şamdan Humus, Trablusgarp, Konya, Bursa, İstanbul, Halep, Hama olarak yedi konakta namaz kılar ve biat alır.
Yedinci konakta İstanbul’a konduğunda Sancağı şerîfi ve mukaddes emânetlerin hepsini alır. O emânetlerin pörsümüş hali gidecek ve Efendimiz s.a.v.’in zamanında nasılsa aynen öyle olacaktır. Bu kerâmettir. Hz. Mehdî a.s. kerâmetle yürür.
İstanbul’da biat verir gökyüzünden bir sedâ gelir ki; “Ey insanlar,ey müminler, Allah’ın düşmanı müslümanların düşmanı hüruc etmiştir. Onun şerrinden kendini korumak isteyenler Şam’a gelsin” Mekke,Medîne ve Kudüs de dahildir.
Îsa peygamber gelinceye kadar Şam’da mahsur kalırlar. Cenâb-ı Hakk, Îsa a.s.’ı gönderdiğinde, Îsa Peygamber gökyüzünden sabah namazında iner. Hz. Mehdi a.s.,namaz için mihrâba girer ama heybetli Îsa Peygamberin geldiğini görünce mihrabtan geri çekilir ve mihrâbı işaret edip Îsa Peygamberi davet eder. İsa Peygamber;
---kimin için ikamet edildiyse o imamdır
---ikamet sizin için edildi.
Efendimiz s.a.v. hadiste bildirmiştir; “ Ey benim ümmetlerim, Meryem oğlu Îsa gökyüzünden indirildiği gün size ne kadar ferahlık ve müjde olacaktır. O günkü imamınız sizdendir” ben indiğimde imam sizdiniz, imamlık sizin için edilmiştir. Bunun üzerine Îsa Peygamber, ümmeti Muhammedîden olduğunu tahakkuk etmek için, Hz. Mehdî a.s.’ın arkasında durur ve namaz kılar.
Deccal çıkışı
Mehdi a.s. çıktıktan hemen 40 gün sonrada Deccal çıkar. Deccalin yeryüzünde 40 hükmü var. Arkasından Îsa peygamber iner, Deccali öldürür ve Deccalle beraber bütün Yahudileri de öldürür. Yahudiler tükendiği vakitte bütün dünya rahattır. Îsa peygamber dünyada 40 sene İslâm şeriatıyla hükmedecek, Allah’ın kanunuyla emredecektir. 
HZ. İsa (a.s.) ile Deccal:
Ahir zaman Peygamberi; “Dünyanın hakimiyeti kafirlerin elinde olacak” Diye haber verdi, bildirdi. Deccal gelecek tüm kafirleri elinde toplayacak. İsa a.s. gelince Deccal ile kılıç dövüşü yapacaktır.
Sâhibuzzaman Mehdî a.s. zamanında bütün tarîkatlar durur, toplanır ve Nakşibendilerin izinden yürümeye başlar. Allah o günlere yetiştirsin. Beklenen gelir demişler.
AKP iktidarını İNKILAP olarak değerlendiriyorlar.
TÜRKİYEDE BİR İNKILAP OLUR
 Şeyh nazım Kıbrısi  101 olay olur mehdi çıkmadan diyordu. 99 u gerçekleşti buyurdu ve ve geriye iki tane kaldı dedi.
1) Türkiye de bir inkılap olur: bunun ne olacağını söylemedi. ben 3 sene içinde (2009+3: 2011) bir şey olacağı kanaatindeyim. Belki bu AKP hükümeti, belki de 2011 de olacak seçimde başa geçecek parti.
Buyurdu ki Türkiye’ye bir iktidar gelir ve sadece "bir" bölge komünist şekilde yönetilmeye başlar. 
2) Armagedon: Bakalım görelim. 3 sene içinde olacak dedi şeyh Nazım Kıbrısi hazretleri.  Olmadan üç ay kadar öncesinde Türkiye- Suriye sınırı açılır dedi. 
* 2011 yılında bir iktidar başa geçecek. (2011 Haziran seçimlerinde AKP üçüncü kez iktidara geldi.)
* Bir bölgede komünist bir yönetim.
* Armageddon 3 sene içinde olacak. (2009’a göre 2011 yılında savaş olmadı.)
* Armageddon savaşından 3 ay önce Suriye sınırı açılır.
-----------------
Güneş patlaması veya güneşten gelecek manyetik dalgalar. aslında bu ilk defa olacak bir olay değil daha öncede 1859 yılında olmuş. bu güneş patlamaları kısa süreli telsiz kesintileri radyo televizyon frekanslarını etkileyerek onların geçici süre işlevini yitirmesine neden olmuş. ancak nasa bu defa çok yüksek bir manyetik dalga bekliyor. ve olacak olan hasar: tüm elektrik sisteminin çökmesi hiç bir teknolojik aletin kullanımının mümkün olmaması ve bu hasarın düzeltiminin 20 yıl zaman alacağını belirtiyorlar. ve olacak olan tarih: 12 eylül 2012 olarak belirttiler. tam da Şeyh Nazım Kıbrısi hz. lerinin belirttiği tarih.
-----------------------
Mehdi ( a.s ) gelmezden evvel Arap Kabileleri birbirine girecektir.  
Nazım Kıbrısi’nin: 23 Kasım 2010 tarihli  ve çeşitli zamanlardaki konuşmalarından...
Bu Muharremden gelen Muharreme kadar Türk çökecek, Şam çökecek, Bağdat çökecek, İran çökecek, Mısır çökecek, Libya çökecek, Hicaz çökecek, Yemen çökecek, Sudan çökecek, Somali çökecek, Pakistan çökecek, Afganistan çökecek, Kafkaslar çökecek...
ERDOĞAN AKSARAY 'I bu yüzden yaptırdı.ÜMMETİN LİDERİ sloganları boşuna atılmıyor.
Bütün bu rejimler yürümez. Bütün memleketlerde bu demokrasi denen berbat şey gidecek... Hiyerarşi yani saltanat gelecek. Yani bir kişi idare edecek.
Alman da çöker, Fransız sallanıyor, İspanya çöker. İngiliz imparatorluktur. Daha fazla salahiyetle gelir. Her Majesty’den sonra gelecek oğlu tam salahiyetle gelecek. Parlameni  silip süpürecek. Ruslar yıkılacak. Çin içinden kaynıyor. Japonya imparatorluktur. Hindistan tek olacak. Afganistan tek olacak. İran tek olacak. Yemendeki muzır gidecek, tek olacak.
Bu sene Haccül ekberdir. Vaktin sahibi Haccül ekberde bilinir. Bu Haccül ekber geçerse ondan sonra yedi sene geçmesi gerekir. Buna dünyanın tahammülü yok. Onun için kalbime rahat oldu. Bu sene Arafat vakfesi Cuma günü olur. Haccül ekber 70 hac değerindedir. Ümid ederim vaktin sahibi çıksın.
Dağda mı barınır, ovada mı barınır. Büyük şehirler boşalmalı... 1941 den bu yana 70 senedir Mehdi bekliyorum. Allah 70 sene bekletti. Gelsin artık.  Büyük şehirler kırılıyor, milyonlar gider.
Kaddafinin işi dünyayı berbat edecek.
Filistinde Orta Şarka hükmedecek, 10 devlete yönetecek bir sultan gelecek.
Hicaz gelecek Muharreme kadar onun işi de belli olacak. 
Sallanıyorlar, hepsi gidecek.
Recep ayında (Haziran 2011) çok acayipler görünecek.
Baş baş olacak, ayak ayak olacak. Demokrasi ayakları baş, başları ayak yaptı.
Vaktin sahibi sizden gelecek. (Türklerin içinden).
Melhametül-kübra (büyük savaş) ile Konstantiniyyenin fethi arasında 6 ay vardır. 7. ayda Deccal çıkar.
İstanbul iki defa fetholunacak. Tekbirle fethedeceklerdir.
 (Osmanlı) Sultanların en sonuncusu (Vahdettin) kuvvetini yitirir. Deniz yoluyla memleketten çıkar. Sonra o sultan neslinden bir kimse gelir. İstanbula sultan olur. Mehdi emanetleri ondan alacak.
Bir Selim emanetleri alır. Bir Selim’de Mehdiye teslim eder. (Yavuz Sultan Selim ve 5. Sultan Selim).. Sultanzadeler onu kabul etmiyor. Allah onu gizliyor. Suikast yapmasınlar diye... Heyeti (yüz şekli) Sultan Hamide benzer.
Ocak 2011 tarihli konuşmasında ise TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİNİ yıkacaklarını beyan ediyor.
Bütün sistem değişecek. Ağaç içinden çürümüştür, yıkılacak. Devamı yoktur artık bunların...
Onun için bu Recep ayına kadar, şimdi 5 ay var, galiba sizin seçimlerin olduğu aya geliyor. Beşincisi seçimlerin olacağı ay Haziran Receptir. Bir şeyler olacak. Anormal bir hadisenin vukuu beklenmektedir.
Belki de bu meclis bir daha kurulmayacaktır. Belki de Türkiye’de tek kişinin hükümranlığı olacak. Buna Başkanlık sistemi dersiniz.  Yani her türlü bu milletin menfaatına uyan varsa onlar meydana çıkar. Ne kadar milletin, dinin, İslamın aleyhine olan komploları yapanların tuzak ve hileleri birden kaybolur.
MHP destek verdiği Anayasa paektiyle parlamentoyu yok ediyor.Ve tüm güç Erdopğan tarafından kontrol edilemeye başlanıyor.Bahçeli milli değil.İyi bir İngiliz işbirlikçisi bu şekilde ortaya çıkmış oluyor.
Nazım Kıbrısi’den:
Zuhuriyet içinde iki mesele kalmıştır. Türkiye´de bir inkilap olur ve bir de Rus yıkılır. 
Bu rus yani koministliğin yıkılmasına rayi olan bir hareket olacak bütün dünyada. Ki o Melhame-i Kübra denen büyük harbdir! Onun akabinde Mehdi Aleyhisselam çıkacaktır.
Hazreti Ali efendimiz Basra´da minbere çıktı. Basra´nın büyük camiisinde bir hutbe okudu, öğleden ikindine kadar. Hutbet-ul Beyan derler ona, ki herşeyi ayan beyan etti. Bize o hutbelerden beş on sayfası geldi. Ötekileri evliyaların kalblerinde gizli durur. Bazı bazı söyletirler onlara.
Ve onun biriside kendisinin Hazreti Mehdi aleyhisselam zamanında gelip o´nun veziri olacağına dair olan sözüdür. Ve şimdi o devirdeyiz. Ve Hazreti Ali efendimiz o mecliste o zülfikarla beraber oturmaktadır. ...
Re: Şeyh Nazım Kıbrısi Efendiden Haber Var
Muhyiddin ibn-i arabinin yazılarında belirttiği gibi, 3. dünya savaşı rusyanın Türkiye'nin üzerine yürümesi ile başlayacaktır. yani Türkiye ye saldıracaktır ruslar. aynı anda ruslar bir kanattanda doğu almanya nın içinden batı almanyaya ve berline aniden saldıracaklar. ama birdenbire durum değişicek ve batı, doğu ile birlikte olacaktır. rusların istediği gibi olmayacaktır. ve Muhyiddin arabi hz.lerinin dediği gibi Rusya: Türkiye ve İrana dalınca güneye doğru hareket edecekler(bir önceki sohbetlerde Abdullah dağıstaninin dediği gibi bu durum ABD nin Türkiyedeki üslerini tehdit edecek ve ABD Türkiye ile yanyana savaşacaklar) Allah da ruslara karşı almanların ve japonların kalplerine intikam tohumu serpmiş. ve üçüncüsü Türkiye. sonuç olarak sovyetler tarih olacak.
RUSYA NE İSTİYOR? 
Şu deli Peter dedikleri rus imparatorun hedefi Rusya'yı dünya'da bir numara yapıp dünya'ya hüküm etmekti. Şimdi Avrupa ve Asya arasında tutulmuş durumdalar ama hayalleri sıcak denizlere varmak.
Ve Rusya çok iyi biliyor ki, kim orta doğu'yu kontrol ederse üç kıt'ayı Avrupa, Asya ve Afrika'yı kontrol eder. Orta doğu hem zahir hem batın güç merkezidir. Rusla'rın hayali oraya gelmektir. Tek engelleri Türkiye ve eskiden Osmanlı Imparatorluğu idi. Bu güçlü imparatorluk'u bertaraf etmeye calısıyorlardıki güney'e hint okyanusu'na ve orta doğu'ya yollar açılsın. O zamanlar Osmanlı Imparatorluğu vardı. Şimdi ise yolu kesen güçlü Türk devleti var.
Türk ordusu Kuzey Irak'a girince, Irak bölgelerine girmek uluslar arası yasalara karşı diyecekler, niye girdiniz diyecekler Ruslar. Çünkü Bağdad ile Rusya arasında bir karşılıklı askeri yardım anlaşması var. Ve Rusya şimdi tüm gücünü topluyor ve hazırlanıyor. Türk ordusu Irak'a girdiği vakit, Ruslar kuzey'den gelecekler.
Bu Rusya'nın son şansı yüz yüzyıllarca sürdürdükleri hayali gerçekleştirmeye. Bu fırsatı kaçırırlarsa biliyorlarki Rusya yerine Amerika dünya'ya hüküm sürüp orta doğu'yu tamamen kontrol altına alacak – son fırsat Ruslara. Ve şimdi aniden gelmeye hazırlanıyorlar.
Amerikalılar Bağdad'ın işini hızlı bitirip Suudi Arabistan'a gidecekler, çünkü oradaki yönetimden mutlu değiller. Emir 'Abdullâh ve yardımcıları Amerika'ya karşılar. O yüzden Amerika Suudi Arabistan'ı zamanı gelince üç parçaya bölecek. Birinci bölge kutsal yerler. Bu yerler Haşimilere verilecektir. Aynı eskiden olduĝu gibi. Ehlu sünne ve l-Cemaat Mekke ve Riyad yerlerini kontrol altına alacak. Diğer bölgeler anlamsız.
Sonra Amerikalılar Iran'a geçip işini bitirecek. Suriye ellerini havaya kaldıracak. Amerika'ya karşı gücü yok. Suriye, Lübnan ve Mısır Amerika'ya karşı savaşmaya güçleri yok.
O bölgede en önemli ve en tehlikeli hareket Rusların hareketi olacak. Kendilerini hazırlıyorlar. Asya ve Avrupa'danda destek bekliyorlar. Avrupa'nın solcularından bekliyorlar. Chirac ve akılsız Alman başbakan'ın günleri sayılmışdır. Chirac Ingiltere'yede karşı bir tehlike. Ak denizde bulunan Amerikan gemilerini ateşe tutabilir. O yüzden buradan oraya gidiyorlar…
Ama X. Söyledi ki bana Rus ordusu Türkiye'nin sınırlarına gelmiş. 800 000 Rus askeri Karabağ bölgesinde toplanıyor. Güçlü bir ordu topluyorlar ve bekliyorlar. Türk ordusu ise Trakya'dan birlikler alıp güneye gönderiyor. Böylece Ruslara İstanbul'a girmek kolay olacaktır.
İstanbul boş olacak. Askerlerin çoğu Amik denilen bölgede olacaklar. Burası Aleppo'nun kuzey'inde bir yer. Peygamber Efendimiz'in (s.a.v.) bir hadisine göre bu bölge büyük savaşın olacağı yer. Amerikan Hava Kuvvet'lerin Üstü bulunduğu Incirlik şehirin altında bulunuyor bu Amik ovası. Bu ova beklenen büyük harbin yeri olacak.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.s.) derki „beni asfar" yani kırmızı başlılar (komünistler) Amik ovasına gelecekler. 80 birlik olacak ve her birinde 12000 asker. X'in haberine göre şimdi 800 000 asker Türkiye sınırlarında bekliyor. Gelecekler. Amerika böyle gelince, bunlar böyle gelecek ve bölge kilitlenecek.
O yüzden Amerika Irak'ın işini çabuk bitirmeye bakacak. Onlar da Rusları bekliyor. Çok asker dolu uçak gemileri geliyor. İskenderun'a. Ordular toplanıyor o bölgede. Ve Allah biliyor doğru sayıları ne kadar…
Büyük şeyh hep bana anlatıyordu. Şam'dan da Amik ovasına Ruslara karşı savaşacak bir güç gelecek diye. Bu ordu üç bölümden olacak: Birinci birlik kaçacak çünkü savaşmaya halleri yok. İkinci birlik savaşacak ve şehit düşecek. Sonra üçüncü birlik çıkacak yola. Allah'dan manevi destek yetişecek ve bu birlik Rus ordusunu darmadağın edecek. Türkiye'ye yollar açılacak. Ruslar bu bölgeden düşecekler.
O sırada Alman'lar Avrupa'dan Rusya'ya ve Japon'lar Asya'dan Çin'lere saldıracak… Ve yine bir hadis derki „Al-Malhame ü-kürâ" (büyük savaş) ve Konstantinopl'in ikinci fethi 6 ay içinde olacak diye. Yedinci ayda Deccal çıkar.
Deccal ordusunu yahudiler ve şerefsiz kadınlar'dan toplar. Sonra Mehdi aleyhisselam ve Seyyidina Isa çıkarlar ve Deccal ve inanmıyanların işlerini bitirirler… 40 gün sürer Deccal'ın hükmü. Horasan'dan çıkar. Şu an kendisi hint okyanusun'da bir görünmeyen adada (melekler tarafın'dan) tutuluyor. Zamanı vakti gelince Hindistan'dan gelip, Iran'a ve Horasan'a yürüyecek. Tüm dünyayı gezecek. Gezisi Şam kapılarında son bulacak. Seyyidina Isa gelip Deccal'ı öldürecek. Başka kimse deĝil.
06.05.2011 tarihinde İhtar! 
Kıbrisi ihtar ediyor.
ERDOĞAN "EMEVİ CAMİSİNDE NAMAZ KILACAĞIZ " demişti.Hedef ŞAM ! Ulema emretmiş anlaşılan.
Türkiye o zaman, ikiye ayrılır ordu. Biri Rus tarafıdır. Biri Müslüman tarafıdır.
Kıbrıs’taki ahaliye de pişmiş tavuğun başına gelmeyen gelecektir!
Bundan sonra Rus galip gelecek, koministler galip gelecek, Baasîler galip gelecek, Kaddafi galip gelecek… İmkanı yok! Kapandı o! Buraya kadardır. 70 Rus, 100 Çin imdat verse onlar galip gelemez!
Şam bize aittir. Bitti. Ayağa kalktı Şam madem, mağlup olarak oturamaz! Şam Allah’ın has bir merkezidir. İslam’ın intişar edeceği yayılacağı yerdir. Binaenaleyh zannolunmasın ki zahiri kuvvet her işi halleder. Manevi kuvvetle bunları yıkacaklardır. Değil mi ayet? “Kalplerine korku salındı” diyor. Kalplerine o korku verildi mi bitti onların işi, elindekini atıp kaçacak.
Tükenir burası. Burada üç yüz bin Türk mü var? Elli bin kalır. İki yüz elli bin denize. Rum bir milyon mudur? Yüz bin kalır. Dokuz yüz bini denize. 
Beşten iki kalır. Öyle dedi değil mi? Beşten iki kalır. Beş milyarsa dünya nüfusu üç milyarı… boşalacak dünya.
Burada Ulema Amerika ve AB'yi İSLAM yapacağından bahsediyor.OBAMA bu işin ehliydi.Seçimleri TRUMP kazanınca bu proje çöktü.Erdoğan bugün AB ülkelerine karşı mülteci silahını kullanırken tıpkı TARIK BİN ZİYAD tarafından gerçekleştirilen İspan fethi ve ENDÜLÜS EMEVİ DEVLETİ mantığını güdüyordu.
Ya da EMEVİ halifesi MUTASIM tarafından 70 yılda 100 bin Türk erkeğinin öldürülerek kadın ve kızları tecavüz edilerek cariye yapılmış çocukları ise köleleştirilmiş.Aslında bu işin sonunda soykırım gerçekleşmiş ve Türkler KILIÇ MÜSLÜMANI olarak adlandırılmıştı.
Erdoğan bugün AB ülkeleri ve ABD topraklarında yaşayan Müslümanları bu akılla ve bu planla kullanmaya çalışıyor.
Netice olarak ABD VE AB ülkelerinde bu iş siyasetçilerin aklıyla bitti.Kaybeden politikayı bugün savunamayan Erdoğan ancak bağırıp çağırıyor.
Amerika İslam olacaktir
Hazreti Muhammed s.a.v. in istediği , Evliyaların istediği Amerika'nın İslam olmasıdır.
Onun gayreti ile beraber İslam ayağa kalkacaktır. Ve Amerika tarafından İslam kabul
edilecektir. Amerika İslam olacaktır. Bu yakındır.
Büyük evliya Muhiddin ibni Arabi hazretleri; „Kıyamet gelmeden önce bütün İngilizler
Müslüman olacaktır“ diye haber vermiştir. Amerika da aynıdır. Kılıçları İslam'a karşı olan milletlere çevrilecektir." diyor ! Kıbrisi..
Netice olarak Erdoğan ve AKP bizzat bu politikayı uygulayarak ABD ve AB fatihi olacaklarını bunun yanında teknolojik gücü hiç çalışmadan bin yıl önce olduğu gibi ele geçirip kendilerine göre İSLAM İMPARATORU ünvanı kazanacaklarını zannettiler.
Şimdi bu akılda bir devlet yönetimi bizi yönetiyor.
MHP ve genel başkanı aynı şekilde ULEMA kayığında gidiyor.
TSK aynı şekilde .Bazen yöneticilerin zekasından ve bitirdikleri okullardan gerçekten şüphem var.Nasıl şüphe etmeyelim.Hal ortada .
ABD ve AB bugünlerde tüm Müslümanları sınır dışı etme kararı almış.Bir savaş olursa zaten müslümanlar sadece ALLAH çekebilir.

Bu akla Türkiye Cumhuriyetini teslim eden akılsızlara akıl ve fikir başka bir şey demiyorum. (ANSAV  Başk. Yard. H. Hakkı Kahveci tarafından hazırlanmıştır.)

14 Nisan 2016 Perşembe

DEMOKRAT PARTİ'DE "EMANETÇİ-HİYANETÇİ (FETRET) AKIMLARI; SİYASET SİMSARLIĞI-MİSYON TACİRLİĞİ VE AYDIN MENDERES DÖNEMİ"

Bu yazı tam 15 yıl önce yazıldı ve yayınlandı. Günümüze ibret, demokratlara ders;              Geleceğe ışık ve kulaklara küpe olsun; Nisyan ile malûl olmasın hafıza-i beşer!..
“AYDIN MENDERES'İN DP ADINA KONUŞMA YETKİSİ YOKTUR. AYDIN MENDERES, DEMOKRAT PARTİ KONUSUNDA SÖZ SÖYLEME HAK VE SELÂHİYETİNE SAHİP DEĞİLDİR…”
Mustafa Nevruz SINACI
            Esas itibarıyla, siyasetin dağınıklıktan kurtarılması, orijinal ve özgün normlara göre yeniden yapılanması ve aslına rücû ederek merkezde toparlanmasına yönelik ‘olması gereken’ DYP ve ANAP’ın “DP” adı ve “bayrağı !” altında birleşmesi çok olumlu bir gelişmedir.
            Bu konuda mutlaka herkesin ve her kesimin söylenecek bir sözü vardır.
            Ancak, aşağıdaki bilgileri okuduğunuz zaman ibretle göreceksiniz ki; Aydın Menderes bu birleşme, bütünleşme ve DP’ye dönüşme hakkında ‘söz sahibi olma’ hakkını yitirmiştir.
Yani, “Demokrat Partinin 7. dönem Genel Başkanı iken, babasının partisini bırakıp RP listelerinden parlâmenter olan; Sonra da arkadaşları ile birlikte ‘geri döneceğine ilişkin namus – şeref sözü veren” lâkin, baba ocağına dönmek yerine ‘RP genel başkan yardımcısı” olmayı yeğleyen Aydın Menderes’in şimdi DEMOKRAT PARTİ adına söz söyleme hak ve selâhiyeti yoktur. Neden ! ve Niçin? diyenler lütfen bu makaleyi dikkatle okusunlar.    
Hatırlanacağı üzere Aydın Menderes, DP 1992’de yeniden açılma çalışmaları sürerken kendisine teklif olunan Genel Başkanlık görevini reddetmiş, “DP yeniden açılmamalı.
Milletin hafızasında aziz bir hatıra olarak kalmalı ve Vakfa dönüşmeli” diyerek kendi partisini (BDP)  kurmaya koyulmuştu. Nitekim Büyük Değişim Partisi kuruldu.
Bu bölümü çok kısa geçelim; BDP, Aydın Menderes’in umduğu ve beklediği gibi yürümedi. Halktan ilgi görmedi. Proje, kısa sürede hayali sükut ve hüsrana dönüşünce bu defa DP içinden taraftar edinmek suretiyle, katılma veya çok daha açık bir deyimle ‘partiyi ele geçirme’ çalışmaları yapılmaya başlandı.
7.Aralık.1993 günü Aydın Menderes taraftarları bir bildiri yayınlamak suretiyle DP’de “Olağanüstü Genel Kurul istemini” kamuoyuna duyurdu. Parti içi tartışmalar su yüzüne çıktı. 13.Aralık.1993’de Genel Merkez cevabi bir bildiri yayınladı ve genel kurulun tüzük, usul ve yasalara uygun olarak günü gelince yapılacağını deklere etti. Karşılıklı ihraçlar konusunda ise, Asliye Hukuk Mahkemelerinden “tedbir” kararları alınarak bütün üyelerin Kongreye katılma hakları garanti edildi. Fakat, bütün bu olaylar gerilimi tırmandırmış ve tansiyonu arttırmıştı. Sonunda, çok sıkı önlemler alınarak, DP tarihinin ilk olağanüstü büyük kongresinin 16 Ocak 1994 günü yapılmasına karar verildi.
Kongre ilânı 11.Aralık.1993 tarihli Tercüman Gazetesinde yayınlandı. Ancak, bu arada 16 kişilik grup adına, Çankaya İlçe Seçim Kurulu Başkanlığına, Kongrenin 07.Ocak.1994’de ifa ve icrasını isteyen bir başvuru yapıldı. Seçim Kurulu Başkanlığı vaki başvuruyu Genel Merkezin itirazı üzerine 1993/80 sayılı gerekçeli bir yazı ile reddince 16 Ocak tarihli genel kurul tarihi kesinleşmiş oldu. 
            DEMOKRAT PARTİ  (1.) OLAĞANÜSTÜ BÜYÜK KONGRESİ
            Kongre, 16 Ocak 1994 günü Dedeman oteli salonlarında listede yer alan 300 delegeden 256’sının katılımı ile ve Genel İdare Kurulu Üyesi Şeref TARTAN’ın divan Başkanlığında ifa ve icra edildi. Genel Başkan adaylarından Hayrettin Erkmen ve Besim Tibuk, daha önce ilân etmiş olmalarına rağmen, salonda yükselen tansiyon, yaşanan kavgalar ve gerilim nedeniyle ‘aday olmadan’ çekildiler. Aydın Menderes 3. turda  84 oyla Genel Başkan seçildi.
Hidayet Sinanoğlu, İlhan Aytekin, Enver Kaya, Nizamettin Sarıbaş, Mehmet Eerdem, Çetin Gümüşoğlu, Hasan Tanrıöver, Şükrü Uğurlu, Beliğ Beler, Satılmış Cengiz, Galip Kaya, Nazım Çapraz, Şerafettin Emiroğlu, H.Nuray Turcan, M. Arif Demirer, Altan Tan, Vedat Alpaslan, Ezel Erverdi, Erdal Çırpanlı, Alpaslan Göktaş, Güven Raşit Büyükbaykal, Ömer Böke, Zeki Hatipoğlu, Mustafa Erverdi, Samet Ocakoğlu, Osman Bostan, Servet Tekin, Ahmet Karaaslan, Gürcan Dağdaş.
AYDIN MENDERES’İN BÜYÜK DEĞİŞİM PARTİSİ
            Olağanüstü Genel Kurulda Büyük Değişim Partisi (BDP) Genel Başkanı Aydın Menderes ve arkadaşları DEMOKRAT PARTİ’ ye katılarak G.İ.K’ e seçildiler. 19.Ocak.1994 günü Menderes Genel Merkeze geldi. Merasimle karşılandı. Basına yaptığı açıklamada: “Baba Ocağına döndüm. Hep birlikte ZIPKIN gibi bir parti oluşturacağız.” Dedi. Müteakip 15 gün içinde de BDP kendisini feshederek resmen DP’ ye katılma kararı aldı. Hayrettin ERKMEN ve arkadaşları Genel Kurul’ a itiraz ederek mahkemeye gittiler. Besim TİBUK ise D.Parti’ den ayrılarak kısa bir süre sonra LİBERAL PARTİ’ yi kurdu. Liberal Parti’ nin Altınpark Anfa salonunda yapılan 1. Olağan Genel Kurulunda adı, bu defa “LİBERAL DEMOKRAT PARTİ” olarak değiştirildi. Bu Kongrede Demokrat Partiye bir Parti katılmış  fakat bir başka parti de doğmuştu. Ayrıca, Genel Kurul’ a itiraz eden diğer grup tarafından uzun sürecek bir hak arama ve mahkemeler dönemi başlıyordu. Hayrettin Erkmen ve arkadaşları Genel Kurulu iptal ettirmek için onlarca dava açtılar.
            BERRİN MENDERES VEFAT ETTİ
            Kongreden hemen sonra, Merhum Başvekil ve Demokrasi Şehidi Adnan MENDERES’ in eşi Muhterem Berrin MENDERES hanımefendinin sağlık durumu ciddileşti. Bu yüzden Aydın bey partiye fazla zaman ayıramıyordu. (25.Nisan.1994 tarihinde hakkın rahmetine kavuştu.) Ancak, Aydın MENDERES kongre ertesi partiye gelir gelmez “aykırı ve alışılmadık” bir hava esmeye başladı. Demokrat Partinin samimi, içten ve sevecen yüzü soldu. Karşılıklı anlayış ve hoşgörü ortamı kayboldu. Bir hafta içinde, Teşkilât Başkanlığına getirilen İlhan AYTEKİN eliyle tam 37 il teşkilâtı komple kapatılarak fesih ve iptal edildi. Çok yoğun talep olmasına rağmen yeni teşkilat kuruluşlarında bu fırsatlar değerlendirilemedi. Talepler regüle edilip ‘bilinçli olarak’ aktif teşkilâta dönüştürülmedi.    
            Bu arada, Hayrettin ERKMEN yönetimi tarafından itirazla elde edilen ve kesinleşen 27 Mart 1994 tarihli Mahalli İdare (yerel) Seçimlerine girildi. Ancak, teşkilattın morali bozuk ve motivasyonu düşük olduğundan gerekli çalışmalar yapılamadı. Çok talep olmasına rağmen il ve ilçelere yeterince gidilemedi. Gidilen yerler ve miting düzenlenen şehirlerde çok büyük aksaklık ve eksiklikler yaşandı. Aydın Menderes’in despotluk ve kaprisleri hayâl kırıklıklarına yol açtı. Bu nedenle tanıtım, halka intikal ve Propaganda çalışmaları yeterince yapılmadı. 20.Mart.1994 ve 26.Mart.1994 tarihlerin Genel Başkan Aydın MENDERES, TRT’ de iki konuşma yaptı. Birinci konuşmasının son bölümlerinde:
            “İnsanlarımız mutsuz, toplum sevgisiz ve yöneticiler şefkatsizdir. Ama, umutsuz olmamak gerekir. Gecenin en karanlık zamanı gündüze en yakın olduğu andır. Artık Türkiye gündüze doğru gidiyor. Demokrat Parti olarak 1946 şafağından yeni bir şafağa sesleniyoruz:
            Ve Ülkemize; Demokrat ve kalkınan bir ülkeyi; Üreten, yatırım yapan, ürettiğini de hakça ve insanca bölüştüren bir ekonomiyi; İçerde ve dışarıda itibarlı bir devleti; Etkin, onurlu ve bağımsız bir dış politikayı; Tek kelime ile aydınlık bir Türkiye’yi vaad ediyoruz. Bunun için de, uzun bir yürüyüşü sürdürüyoruz: Zulmetten, yani karanlıktan gelip, nura doğru yürüyoruz.”
            İkinci konuşmasının hitamında (sonunda) ise; “Aziz vatandaşlarım, Demokrat Parti olarak: Demokrat Türkiye’yi; Yeniden kalkınan Türkiye’yi; Üreten, yatırım yapan, ürettiğini hakça, insanca bölüştüren bir Türkiye’yi; İçerde ve dışarıda itibarlı devleti; Etkin, onurlu ve bağımsız bir dış politikayı, arıyor ve özlüyoruz. Siz de öyle. Böyle bir Türkiye için herkesi; Kürt, Türk, Boşnak, Muhacir veya Alevidir, Sünni’dir diye, ya da lâiktir, lâik değildir diye ayırmadan, bölmeden Demokrat Parti ile el ele vermeye çağırıyoruz.  
            Bir Türkiye hayalimiz var: Hayalimizdeki Türkiye bir kolunu Balkanların, diğer kolunu Kafkaslar üzerinden Orta Asya’nın omuzuna atmış ve yüzünü kıbleye doğru dönmüş bir Türkiye’dir. Bu hayali gerçek yapmak için size elimi uzatıyorum. Bu eli tanıyorsunuz. Bu el bir dost elidir. Tutanı mahçup etmez. Bu el MENDERES elidir.Bu eli tutunuz.” biçiminde mesajlar verdi. Sonuçta çok başarısız ve anlamsız bir seçim süreci yaşandı. Birkaç ilçe ve belde hariç Belediye Başkanlığı alınamadı. Alınanlarla da ilgilenilmedi. Demokrat Partiden seçim kazananlar kısa süre sonra istifa ederek başka partilere geçtiler.
Kendisini Demokrat Partiye taşıyanlar tarafından bayram seviciyle karşılanan Aydın MENDERES’ in, herkesi hayali sükut ve hüsrana uğratması fazla uzun sürmedi. Önce, kurulu teşkilatı dağıttı. Sonra, merhum Celâl BAYAR’ın kızı Nilüfer GÜRSOY ile ihtilafa düşerek, icra yoluyla 07.Mayıs.1994 tarihinde Genel Merkez binasından atılmayı başardı. Kırkpınar Sokakta bir zemin kata taşınan parti çok zor, bunalımlı, buhranlı ve sıkıntılı günler yaşadı. Bu arada ağırlıklı olarak ittifak çalışmaları başlatılan 1995 Genel Milletvekili ara seçimi ise iptal edildi. İptal edilen seçimler, Aydın MENDERES ve yakın çevresi-ekibi üzerine o gün için pek de anlaşılmayan bir olumsuz etki, moral ve motivasyon bozukluğuna neden oldu.
6.Aralık.1994 tarihli Genel İdare Kurulu toplantısında, partinin genel yapısı ve durumu, uyguladığı siyaset ve politik stratejileri görüşülürken üyeler arasında münakaşa çıktı. Bu tartışma ile toplantıda yaşanan olaylar, 30.Kasım.1995 tarihli “Demirkırat Menderes Gazetesi” ile 22 Aralık 1995 tarihli diğer gazetelerde; Beliğ Beler tarafından Cumhuriyet Başsavcılığına verilen şikâyet ve suç duyurusunda şöyle anlatılır: “Demokrat Partinin Ankara da buluna Genel Merkezinde 6 Aralık 1994  tarihli GİK toplantısında vuku bulan aşağıdaki müessif ve müessir olayı taktirlerinize arz etmek zorunluluğunu duymaktayım. DP genel başkanı Aydın Menderes, partinin ve benim önemli katkılarımla çıkarılan “Demirkırat-Menderes” gazetesinde milliyetçi muhafazakâr arkadaşlarım tarafından Atatürk ilkeleri ve özellikle lâiklikle ilgili yazılan yazılardan  son derece tedirgin (rahatsız) olmuştur. Genel başkanın GİK’ teki kendi yandaşı üyeler tarafından sözü geçen yazılar nedeniyle tenkit edilmesi ve “Biz cemaate bu yazıların hesabını nasıl veririz, ne deriz” diye sızlanmaları üzerine; (Aydın Menderes) “Atatürk’ e de lânet olsun, Demokrat Partiye’ de lânet olsun” diyerek gerçek hissiyatını GİK toplantısında açıkça ortaya koymuştur. Bu toplantıdan sonra Aydın Menderes, Demirkırat gazetesini kapatmıştır. Sözü geçen şikâyet ve sızlanmaları yapanlar arasında Atatürk’e Anıtkabir de yapılan merasim esnasında lisanen tecavüzkâr hareketleri yapan meczup bir adamın avukatı olan Mustafa Elverdi’ de bulunmaktadır.
Mustafa Elverdi’yi Aydın Menderes, genel başkan yardımcısı yapmıştır. Aydın Menderes’in hareketleri ve daha sonra basında çıkan yazıları da yukarıdaki sözleri teyit eder mahiyettedir. Bu yazıların tümüne bakıldığında Aydın Menderes’ in Atatürk’e karşı küfür etmek kastıyla o sözleri söylediği açıkça ortaya çıkmaktadır. Atatürk aleyhine işlenen suçlara dair kanunun açık hükümlerini böylece ihlal eden Aydın Menderes’in cezalandırılması, kamuoyunda sür’atle gelişen ve genişleyen Atatürk düşmanlarına bir ders olacağı gibi, vatandaşın kime oy vereceğini, bu seçim sathı mailinde bilmeleri gerekir.” Şikâyetçi ve davacı: Beliğ Beler, Tanıklar : Eski DP GİK Üyesi ve Genel Başkan Yardımcıları; Galip Kaya, Hidayet Sinanoğlu ve Mehmet Erdem.
17.Nisan.1995 günü Aydın Menderes ile Mehmet Arif Demirer Cumhurbaşkanı ile görüştü. Görüşme içeriği ertesi günün Hürriyet ve Zaman gazetelerinde yer aldı ve “çok önemli” olarak nitelendi. Burada, Menderes’in Demirel’e söyledikleri kısaca şöyle: “Türkiye de 46 çizgisi, sizden sonra DYP’nin başına geçen muhterem hanımefendinin uygulamaları yüzünden bozulacak ve (seçmen) Refah’ a gidecek. 46 çizgisi, iyi kötü Türkiye’yi 1993 noktasına getirmiştir. Ancak, Sayın Başbakan başarı çıtasını o kadar düşürdü ki, merkez sağın hiç zamanı kalmadı. Merkez sağı birleştirmek için vakit gelmiştir.” Devamla; “Türkiye’ye ilk düğüne, yani ilk seçime kadar bir elbise lâzımdır. Bu DP’dir. Bir çağrı bu elbiseyi dikmeye yeter. Merkez sağ, doğduğu Demokrat Parti çatısı altında toparlanabilir. Şimdiki partiler ve yöneticileri bir araya gelip birleşemiyorlar. Ama DP’de buluşabilirler ve DP buna hazırdır.” (Hürriyet/İsmet SOLAK, 20.04.1995) Zaman Gazetesinde yer alan haber makalede ise:
“Merkez sağda birleşmenin vakti gelmiştir. Gecikilen her gün faturayı şişirmekte, ülkenin acil çözüm bekleyen sorunlarının ertelenmesine neden olmaktadır. Birleşmenin adresi DP, çerçevesi ve 1946 ruhudur.” (Zaman/Ömer Şahin, 21.04.1995)
            Bir müddet geçtikten sonra, Aydın Menderes’ in arzu ve ısrarı üzerine, Ankara İl Başkanlığı tarafından kullanılmakta olan (Konya sokağın başındaki) eski Genel Merkez binası, günün ve çevrenin rayicine göre çok ucuz bir fiyata satıldı. Bu bina satışı partide büyük ölçüde huzursuzluk yarattı. Üstelik Hayrettin Erkmen ve arkadaşları tarafından açılan davalar da sona doğru yaklaşıyordu. Bu arada, önemli bir davayı kazanacaklarını varsayarak, Hayrettin Erkmen ve taraftarları Tansu Çiller’ e bir heyet göndererek; “Birkaç Milletvekilliği sözü karşılığında DP’ yi, DYP’ ye yamama” sözü verdiler. 20.Mayıs.1995 günü, Genel Merkez tarafından 14 Mayıs’ı kutlayan bir seminer düzenlendi. Bu seminerde Aydın Menderes bir konuşma yaparak; Merkez sağda birleşmeden söz etti ve davetini tekrarladı.
Ayrıca, Milli Birlik Komitesi (27 Mayıs ihtilâlini yapan komite) üyesi Muzaffer Özdağ’ ın oğlu Ümit Özdağ 27 Mayıs aleyhinde bir tebliğ verdi. Ancak, bu tebliğ ve diğer konuşmalar ulusal basında fazlaca yer almadı. Bu toplantıdan sonra, müstakbel bir kongrede aday gösterilecek isimler üzerinde tartışmalar ve konuşmalar başladı. Bu arada Teşkilât Başkanı ve Genel Başkan Yardımcısı İlhan Aytekin küsüp, partiden ayrılarak gitti. Bunun üzerine, Şerafettin Emiroğlu, Beliğ Beler ve arkadaşları daha yakın bir ekip çalışması ve iş birliğine girdiler. Gelişmeler böylece sürüp giderken, Genel Merkez tarafı tedbir olarak acele Genel Kurula gidilmesine karar verdi.
Zira, başka türlü her gün bir yenisi açılan ve devam eden davaların önüne geçmek ve partiyi elde tutmak mümkün görünmüyordu. Önce sessiz sedasız (Mustafa Nevruz Sınacı tarafından) Balgat’da tutulan binaya geçildi. Bir taraftan yerleşme sürerken, diğer taraftan da, mevcut marjinal ve aşırı sağ tandanslı partilerle açıktan ve gizlice temaslara başlandı. Teşkilât ve Demokrat camia tarafından uygun görülmeyen ve pek de hoş karşılanmayan bu ilişkilerin gizli tutulmasına özen gösterildi. Bu aralar annesinin rahatsızlığını bahane ederek, Menderes partiye pek fazla uğramıyor, bütün temas ve organizasyonlar Osman Bostan’ ın bürosundan yönleniyordu. İlerde, olumsuz bir şeylerin vukuu şayi olmuştu. (Mustafa Eşrefoğlu, Demokrat Parti Ankara İl Başkanı)    
            YEDİNCİ OLAĞAN BÜYÜK KONGRE 
Kongre, 29 Temmuz 1995 günü Altınpark ANFA salonunda 26 İl’den kayıtlı 498 delegeden 380’inin katılımı ile gerçekleşti. Divan Başkanlığını eski Tarım–Orman ve Köy İşleri Bakanı Cemal Külâhlı’nın yaptığı kongrede Aydın Menderes tek aday olarak Genel Başkanlığa; G.İ.K’ede Osman Bostan, Ömer Büke, Necati Bölükbaşı, Satılmış Cengiz, Nazım Çapraz, Gürcan Dağdaş, M.Arif Demirer, Ekrem Direkçi, Şerafettin Emiroğlu, Ebubekir Erdem, Ezel Erverdi, Mustafa Erverdi, Alpaslan Göktaş, Tevfik F.Göncüler, Mehmet Güneş, İsmet Hacısalihoğlu, Atilla İmamoğlu, Yalçın Koçak, Mirza Kurşunluoğlu, Cemal Külâhlı, Hüdai Özalp, Nizamettin Sarıbaş, Bayram Sarıvan, Turan Şahin, Hasan Tanrıöver, Servet Tekin, Atalay Tuncer, Enver Turgut, Şükrü Uğurlu, Mustafa Ünal seçildiler.
            Kongrede Beliğ BELER ve ekibi önce Anıt Kabir’ e çelenk koymaya gönderilerek salondan uzaklaştırıldı. Onları çok memnun ve mutlu eden bu görev dönüşü, salona geldikleri zaman hep birlikte tasfiye edildiklerini görerek şoka girdiler. Topluca itirazlarda bulunarak tepki gösterdi iseler de dikkate alınmadı. Büyük bölümü tarihi Demokrat Parti’ nin Bakan ve Milletvekillerinden müteşekkil olan bu grup bir daha partiye uğramadı. Partideki demokratların sayısı iyice azaldı.    
            Bu dönemin Haziran ayında, Mustafa Nevruz SINACI tarafından tutulan, Ziyabey Caddesi 3. Sokak No: 26 Balgat adresinde bulunan (Kukla Kebap’ ın üstündeki) binaya göç edildi. 12 Ekim 1995 günü yeni Genel Merkez binasında Aydın Menderes bir basın toplantısı yaparak; 15 Ekim günü yapılacak oylamada hükümete “kırmızı oy” vereceğini açıklayan DYP’ lilere hitaben, “Önce istifa edin. Demokrat Partiye katılın. Pazar günü de gönül rahatlığı ile meclise gidip kırmızı oyunuzu kullanın.” Dedi. 13.Ekim.1995 günü Hüsamettin Cindoruk’ u ziyaret ederek, Demokrat Partiye gelirse Genel Başkan olabileceğini söyledi. Yeni Genel Merkez Binasının  açılışı 14 Ekim 1995 günü büyük törenlerle yapıldı. Menderes burada son meydan konuşmasını yaptı. Açılışa, Dr. Sadettin Bilgiç, Cem Kozlu, Ekrem Pakdemirli ve Şevket Kazan dahil pek çok davetli katılmıştı. Ancak, bir daha da DP’ li olarak halkın önüne çıkmadı. Yeni binada her biri 4 oda ve bir salondan oluşan ( 170’er m2 ) çok büyük üç daire vardı. Köşkten sonra ilk defa böyle geniş ve ferah bir ortamda icra-i faaliyet gösterilmesi herkesi memnun etti. Taşınma ve açılışı müteakip, her şeye rağmen partiye bir heyecan, canlılık ve ümit havası geldi. Genel Başkan Yardımcıları mesaiye başladı. Özellikle açılıştan sonra merkez iyice hareketlendi.
            23 Ekim 1995’de enteresan gelişmeler oldu. Şöyle ki, Muş bağımsız Milletvekili Muzaffer Demir, birkaç arkadaşı ile birlikte DP’ye katılabileceğini iletti. Aykut Edibali’ de seçim ittifakı önerisinde bulundu. Aydın Menderes bütün bu görüşmeleri 5 Kasım’a tehir etti. Günü gelince de, vaki bir sel felâketi nedeniyle İzmir’e gittiği söylendi. Kendisine ulaşmak imkânsızdı. Bu nedenle görüşmeler kesildi. Randevular iptal edildi. Temaslar sonuçsuz kaldı. 
1995 yılı Kasım ayı başında, iptal edilen ara seçimler de dikkate alınarak; 24 Aralık 1995 tarihinde Genel Milletvekili Seçimlerinin yapılmasına karar verildi.
            Genel Seçimlerin ilanı, Aydın MENDERES’ li DP’de büyük heyecan yarattı. Teşkilât umutla çalışmaya başladı. Herkesin özlemi müstakilen seçimlere girmekti. Fakat, Genel Merkezde, bütün ısrarlara, olumlu kamuoyu araştırmalarına ve basın’ ın ümit vaad eden haber, yorum ve telkinlerine rağmen işler başka yönde yürümeye başlamıştı. Genel Başkan ve çevresi ne yazık ki parti olarak seçime katılma eğilim ve niyetinde değildi. Üstelik, kongre nedeniyle dava baskısı ortadan kalktı ve Hayrettin Erkmen ve arkadaşları kendi köşelerine çekildiler. 
            Nitekim, 19.Kasım.1995 günü, Aydın Menderes’ in ısrarı, baskısı ve G.İ.K‘in kabulü sonucu Refah Partisi ile ittifak kararı verildi. 21.Kasım.1995 günü 19 kişi RP listelerinden aday gösterilmek üzere partiden resmen istifa etti.. 24 Kasım günü beklenen açıklama yapıldı. Buna göre; Aydın MENDERES, Şaban KARATAŞ, Ahmet BİLGE, Cemal KÜLAHLI, Gürcan DAĞDAŞ, Metin IŞIK ve Fethi ACAR ; DEMOKRAT PARTİ adına RP’ den seçilebilecek yerlerden Milletvekili adayı gösterildiler. Geri kalanlar ise adeta harcanmıştı. Mehmet SILAY’ da, dönemin Teşkilat Başkanı ve Genel Başkan Yardımcısı tarafından DP Hatay il Başkanı iken, aynı ilde RP’ den aday gösterildi. Bu durum bir süre kamuoyundan gizlendi ise de kötü haber çabuk yayıldı. Özellikle, yeni (vekil) Genel Başkan’ ın seçimi amacıyla durumun teşkilata deklere edilmesi çok büyük tepkilere yol açtı. Her ne kadar, RP’den aday gösterilenlerin seçildikten sonra ‘mutlaka’ dönecekleri söylense bile buna kimseler inanmadı. (Oysa, ANAP 79 kontenjan vermeyi kabul ve taahhüt etmişti) Genel İdare kurulundan ve teşkilât kademelerinden istifalar başladı. 28 Kasım’a gelindiğinde tepkiler şiddete dönüşmüş ve öfkenin önü alınamaz hale gelmişti. Aynı gün RP’ li Aydın Menderes bir bildiri yayınlamak suretiyle: “Türkiye de artık, İslâm’ın neye uygun olduğu değil, neyin İslâm’a uygun olacağı tartışılacaktır.” Dedi. 24 Kasımda da, “Çarşıya kadar değil, pazara kadar değil, mezara kadar Refah Partiliyiz” demişti...
            Aynı gün DP ile RP arasında yapılan bir anlaşma metni de ortaya çıktı. 24.11.1995 tarihli mutabakat metni / protokol aynen şöyle idi : “24 Aralık 1995 de yapılacak erken genel seçim öncesinde birlikte neler yapılabileceğini görüşmek ve kararlaştırmak üzere RP ve DP temsilcileri bir araya gelmişlerdir. Yapılan müzakereler neticesinde her iki parti de paralel görüşlere, değerlendirmelere ve hedeflere sahip olduklarını tespit etmişlerdir. Bunun yanı sıra Türkiye’nin siyasi istikrara olan ihtiyacını da gö önünde bulundurarak, bütün siyasal güç ve imkânlarının RP’de toplanması gerektiğini kabul etmişlerdir. Bu amacın gerçekleşmesi için:
1. Demokrat Parti 24 Aralık ta yapılacak olan milletvekilliği genel seçimlerine katılmama kararı almıştır. 2. Demokrat Parti Genel Başkanı sayın Aydın Menderes ve bir kısım arkadaşları partilerinden ayrılarak RP saflarında seçime katılacaklardır. 3. Bu işbirliği seçimlerden sonra kalıcı bir birlikteliğin ilk adımıdır. İmzalar. RP Adına, Şevket KAZAN / Genel Başkan Yardımcısı, DP Adına, H. Murat UZMAN/Genel Sekreter Vekili.”  
            27 Kasım akşamı Kanal-7’de ekrana çıkan Menderes, DP’nin de RP’ye katılması yönünde (kendince) çok önemli görüş ve düşüncelerini açıkladı. Kendisi televizyonda konuşurken, Genel Merkeze ret, tekzip ve hakaret telefonları yağıyordu. Aydın için söylenen en hafif iddia; Atatürk düşmanı, din tüccarı, parti satıcısı ve DP’ye ihanetle siyaseten intihar eden en büyük ve en onursuz hain,.. gibi lâflardı. Böyle binlerce telefon geldi. Halkın tepki ve nefreti büyüktü. Bu arada, Hayrettin ERKMEN dönemi 1. Genel Başkan Yardımcısı ve Teşkilât Başkanı Dr. Oğuz AYGÜN’ de DSP’den Milletvekili adayı oldu. Mehmet Arif DEMİRER aynı partinin kendisine yaptığı Afyon’dan birinci sıra Milletvekili adaylığını reddederek çok onurlu bir davranış biçimi sergiledi. Bütün bu kargaşa, kaos ve gerilim ortamında yeni genel başkan vekili seçimine gidildi.   
            28.Kasım.1995 günü Genel İdare Kurulu toplanarak; Aşağıdaki şekilde yeni Genel Başkan ve Başkanlık Divanını seçti. Buna göre :
            H. Murat UZMAN                 Genel Başkan
            Mustafa Nevruz SINACI        Genel Başkan Yardımcısı, Teşkilât Başkanı
            Enver TURGUT                      Genel Başkan Yardımcısı, Seçim İşleri Başkanı
            Mehmet Arif DEMİRER          Genel Başkan Yard. Basın-Yayın, Propoganda
            Alpaslan GÖKTAŞ                 Genel Başkan Yardımcısı, Sosyal İşler Başkanı
            Şerafettin EMİROĞLU           Genel Başkan Yardımcısı, Yardımcı Kuruluşlar
            Turan ŞAHİN                        Genel Sekreter
            Servet TEKİN                        Genel Muhasip, görevlerine seçildiler.
Bu arada, Genel Merkezde seçimli toplantının yapıldığı gün İzmir İl Teşkilâtı tarafından bir basın toplantı ve açıklama yapılarak; “Menderes’ in milletvekili olabilme uğruna Demokrat Parti’ yi sattığı ileri sürüldü” (Anadolu Gazetesi, 29.Kasım.1995)
            Demirkırat Menderes, 30.Kasım.1995-İzmir; “DP’ lilerden Menderes’e Suçlama” DP’li Beliğ BELER, Aydın MENDERES’ i 06.12.1994 tarihli Gik toplantısında Atatürk’e hakaret ettiği için Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına şikayet etti. Beler, bu güne kadar sustuğu için pişman olduğunu söyledi. Bir önceki dönemin Genel Başkan Yardımcısı ve Teşkilât Başkanı Sezai AKDAĞ ise; “Bugünün Demokrat Partisi, Atatürk’ün çizgisinden çıkmıştır. Aydın MENDERES partimizi gömmüştür. Bu gün adı var kendisi yok. Koskoca Demokrat Parti’ yi gidip Refah Partisine yamadılar. Şeriat getireceğiz diyenlerle el ele verdiler. İmamları, hocaları doldurdular. Biz, gerçek Demokrat Partililer ve cumhuriyet çocuklarıyız. Bizler Atatürkçüyüz. Yolumuzda yürüyeceğiz.”
            Bunun yanı sıra parti genel merkezi partili, partisiz binlerce kişi tarafından telefonla aranarak, fakslar gönderilerek ve şahsen gelinmek suretiyle RP’ye katılan Aydın Menderes ve arkadaşları şiddetle lânetlendi ve protesto edildi. Tepkinin dozu ağır ve şiddeti büyüktü. Bu durumdan dolayı çok büyük sıkıntıya giren ‘vekil’ Murat Uzman bir süre partiye uğramadı.
Aydın Menderes’e yönelen şiddet, nefret ve yoğun tepkiye muhatap olmak zorunda kalan parti personeli ve zorunlu olarak genel merkezde kalan yetkililer adeta bunalım geçiriyor, telefonlara cevap vermekte zorlanıyor ve adeta buhran geçiriyorlardı. 30.Kasım.1995 günü Genel Merkez adına zorunlu bir açıklama yapılarak; Demokrat Parti teşkilatı ve seçmenleri serbest bırakıldı. 19.Aralık.1995 günü Anadolu Ajansı mahreci ile yayınlanan ve medyada çok geniş olarak yer alan bir “kınama” haberi yayınlandı. 18.Aralık.1995 günü İstanbul’da yapılan bir toplantıyı müteakip; Demokrat Partinin kurucu Genel Başkanı ve Türkiye Cumhuriyetinin ilk sivil (3.) Cumhurbaşkanı merhum Celâl BAYAR’ ın kızı Dr. Nilüfer GÜRSOY BAYAR ve eski DP Bakan ve Milletvekilleri tarafından müşterek imza ile yayınlanan bildiride; Aydın MENDERES ve arkadaşları çok ağır bir dille kınandı.
            AYDIN MENDERES’İN RP’YE KATILMASINA TEPKİ...
DP ESKİ GENEL BAŞKANI HAYRETTİN ERKMEN:
“Biz açılış kongresinde Aydın beye genel başkanlık görevi tevdi etmek istedik. O zaman bu önerimizi kabul etmedi. Daha sonra baskın bir kongre ile partiyi gasp ve işgal ederek bütün DP camiasını üzen tasarruflarda bulundu. Şimdi yaptığı ise ancak kapris ve ihtiras biçiminde izah olunabilir. Dolayısıyla,  AYDIN MENDERES, (DP Genel Başkanlığını onursuzca, sorumsuzca bırakıp, baba ocağına sahip çıkmayarak) MENDERES İSMİNE, DEMOKRAT PARTİ  DAVA VE MİSYONU’ NA İHANET ETMİŞTİR. NİLÜFER GÜRSOY : “BABASINA BİRAZ OLSUN SAYGISI KALDIYSA, ARTIK DEMOKRAT PARTİ ADINI AĞZINA ALMASIN.”
Kınama yazısının ayrıntılı bir kopyası Aydın MENDERES’ e gönderildi. Ayrıca, konu ile ilgili olarak genel merkeze intikal eden bütün faks ve mektup suretleri de kendisine iletildi. Ancak, bir gece yarısı partiyi terk ettiği günden itibaren bir daha partiye asla uğramadı. 
Fakat, bu kınama ve benzer tepkiler sürerken Aydın MENDERES; “Çarşıya kadar değil, pazara kadar değil; Mezara kadar Refah Partiliyiz.,” ve “Refah Partili olmayan cennete giremez” türünden çok acaip, anlaşılmaz ve kinayeten demokratlara cevap niteliği arz eden abuk-subuk beyanatlar vermekle meşguldü. Diğer taraftan, bin türlü baskıyla genel başkanlığa seçtirdiği H. Murat UZMAN ile sürekli görüşüyor ve ilk fırsatta DP’yi, RP’ye katabilmenin planlarını yapıyordu.
GÖZLENEN FIRSAT,
Aydın Menderes ve arkadaşları tarafından gözlenen fırsat 7.Ocak.1996 günü yapılması Kanun ve Tüzük gereği olan büyük kongre idi. Kongre süreci plânlandığı şekilde sürdürüldü. Diğer taraftan da emanetçi Murat Uzman ve yandaşları her fırsatta Aydın Menderes ile temas kurmaktan ve Refah Partisine iltihak plânları yapmaktan geri durmuyorlardı. Olay ortada idi.
Sonuçta, Genel Milletvekili seçimleri yapıldı. RP listelerinden 8 DP’li seçildi. “Aydın Menderes, Metin Işık, Gürcan Dağdaş, Ahmet Bilge, Şaban Karataş, Cemal Külâhlı, Fethi Acar ve Mehmet Sılay” Fakat, tamamı dava, misyon ve partilerine ihanet ederek “RP” de kalmayı tercih ettiler. Mezara kadar DP ‘yi terk ederek, Refah Partili oldular. Oysa, ilk Büyük Kongrede partiye dönme sözü vermişlerdi. Hiç birisi sözünün arkasında duramadı.
Aydın Menderes seçildiği gün şöyle bir açıklama yaptı:
“Çarşıya kadar değil, pazara kadar değil, MEZARA KADAR Refah partiliyiz !...”
Derken, beklenen gün geldi çattı. Kanun ve Tüzük gereği (genel başkanın istifasını müteakip) 45 gün sonra Olağanüstü Genel Kurula gitme mecburiyeti hasıl olduğundan gerekli hazırlıklar tamamlanarak, çok anlamlı bir günde, (7 Ocak 1996) parti tarihinin 2. Olağanüstü Büyük Kongresine gidildi. Ancak, kongre hazırlıkları sürerken bütün DP Milletvekilleri, hem doğrudan yazılı mektuplarla ve hem de kamuoyu marifetiyle açıkça “yuvaya dönmeye” davet edildiler. Buna dair olmak üzere, Genel Başkan H. Murat Uzman imzası ile Genel İdare Kurulu adına yayınlanan bildiri-çağrı, Radyo, Televizyon ve Gazetelerde çok geniş biçimde yer aldı. Mezkür Milletvekillerinin hukuken, ahlâken ve vicdanen DEMOKRAT PARTİ’ ye dönmek zorunda oldukları, çeşitli sütun yazarları ve yorumcular tarafından ağırlıklı biçimde işlenerek, bu şahısların gerekirse kurulacak hükümette DP adına yer almalarının faydalarına temas edildi.
Fakat, ne cevap veren ve ne de Cemal Külâhlı’dan başkaca partiye gelip uğrayan bile olmadı. Pişkinlik almış yürümüştü. Bu arada, kendi muhitinde “Aydın Menderes’in çantacısı” diye anılan Gürcan Dağdaş bakan oldu.   
Yukarda görüldüğü ve bütün ayrıntıları ile açıklandığı üzere Aydın Menderes Babasının Partisine hayır getirmemiş, olabildiğince zarar vermiş, Demokrat Partinin dava ve misyonuna bütünüyle zıt ve ters; “seçildikten sonra mutlaka ve kesinlikle dönmek vaadi” ile gittiği RP’ den geri dönmemek suretiyle, babasından mütevaris emanet ve vasiyete “reddi miras” etmiştir.
Bu nedenle, Aydın Menderes’in DP adına konuşma, açıklama yapma ve fikir yürütme hak ve yetkisi yoktur. O, gazetesindeki kendi sütununa sıkışıp kalmaya mahkumdur. Zira, bir kerre bütün DP camiasında ve vicdanlarda mahkum edilmiştir.
YENİDEN DİRİLİŞ VE TRUVA ATI MESELESİ  
Yukarda değerli bilgi ve görüşlerinize arz ettiğim hususatın tamamına yakın büyük bir bölümü resmi evrak ve kayıtlardan alınmadır. Kelimesi kelimesine doğrudur. Takdir değerli kamuoyunun ve tarafların vicdanına ait olmakla; Şu anda esas uğraşılması gereken konu tekrar hayata geçme teşebbüslerine konu olan tarihi Demokrat Parti’nin “Adı ve Amblemi, işareti ile birlikte” hayat bulmasıdır.
Ben, Mustafa Nevruz SINACI olarak tam iki buçuk yıldır DYP ile ANAP’ın bu kutsal çatı altında “madde ve manâsı ile mündemiç” bir imtizaçla birleşerek merkezdeki yeri almaları için canla başla uğraşmaktayım. Bu çalışmaların esnasında her vesile ile sol’un da birleşmesi, bütünleşmesi ve ülkemizi kuşatan ihanet çemberine karşı aklın, mantığıl, ilmin ve Kemalizm’in yani ATATÜRK’ ün yolunda ve izinde mücadele vermelerini istedim. Umarım inşâllah o da olur. Ancak, ANAP-DYP bileşkesinin orijinal ad (DP) ve “Yeter !.. Söz Milletindir” anlamına gelen “başparmağı açık sağ el” işareti ile bu birlikteliği pekiştirmesi şarttır. Aksi taktirde Türkiye haritası içine sokulmuş bir “TRUVA ATI” ile Demokrat Parti ruhlanmaz. Biline... (14 Ocak 1996 Anayurt ve 1996 yılı Ocak ayı içinde: Zaman, Barem, Nokta, Politika, Türkiye, Tasvir, Zafer, Barış., vd)