İYİ KÖTÜ, GÜZEL ÇİRKİN
MİLLİYETÇİLİK
Milliyetçiliğin
müspetinden, menfisinden, pozitifinden, negatifinden, ayırıcısından,
birleştiricisinden, ulusçusundan, ulusalcısından söz ediliyor. Kötü
milliyetçilik bol: Bölge milliyetçiliği, etnik milliyetçilik, ırk
milliyetçiliği, mezhep milliyetçiliği. İyi milliyetçilik konusunda pek fikrimiz
yok, çünkü kötülerini sayanlar, sıra iyisine gelince ya vakit dolduğu için
kürsüden iniyor, yahut sütun dolduğu için bunu ileriki yazılara bırakıyorlar.
Akla, malûm Bektaşi fıkrası geliyor. Sofu hocaya bir çocuk Allah nerdedir diye
sorunca hoca başlamış... “Yerde değildir, gökte değildir, yukarıda değildir,
aşağıda değildir...”. Bektaşi dayanamamış, “hadi hadi” demiş, “yoktur
diyeceksin de bir türlü dilin varmıyor”. Birileri bizim milliyetçi olmamızdan
hiç mi hiç hoşlanmıyor. Bunu açık açık yazıp çizen, ifade edenler var. Fakat
onların seçmeni yok: NED, Açık Toplum Enstitüsü gibi Hükümetçe Organize Edilmiş
Hükümet Dışı Kuruluşlar (GONGO’lar) ve onların desteklediği iç örgütler;
Türkiye’ye, Türklüğe ve Türk Milliyetçiliği’ne husumetlerini açıkça ifade
edenler. Seçmenli siyasilerin şartları farklı. Türkiye’de “milliyetçilik”
halkın zihninde son derece olumlu bir konuma sahip. O kadar ki, seçmen
siyasileri “ne kadar milliyetçi?” diye değerlendiriyor. Ne kadar milliyetçi ise
o kadar iyi diye düşünüyor... Türk seçmeninin büyük çoğunluğu için
“milliyetçilik”, dayanışma, birlik ve her şeyden önce “biz” demek. Bizim
milliyetçiliğimiz de budur zaten... Aşağı sakal, yukarı bıyık... Hem halkın
gözündeki yerinizi korumak hem de GONGO desteğini -aslında GONGO’ların
G’lerinin, yani hükümetlerin desteğini- kaybetmemek istiyorsanız sık sık,
“menfi milliyetçilik”ten bahsetmek iyi bir strateji. Ve milliyetçilik derken
asla milletin ismini telaffuz etmemelisiniz. Böylece daha önce sözünü ettiğim
“milletsiz milliyetçilik” veya “Türksüz milliyetçilik”le rahatlarsınız.
TESEV’in tavsiyesi de buydu: Eğer Anayasa ve mevzuatın tamamında “Türk” yerine
“Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı” koymak zorsa, “Türk” demeden “milletimiz”
ifadesi de kullanılabilir.
Böylece
seçmene, ben aslında senin milliyetçiliğine taraftarım; benim sevmediğim
milliyetçilik seninki değil mesajını veriyorsunuz; G’lere de “ben aslında
milliyetçi falan değilim, benim ‘millet’ dediğim hani sizin şu inşa
ettiklerinizdir; yani idarî mekanizmadan ibarettir” diyorsunuz. Herkes rahat
ediyor.
İmparatorluk
politikası güden millet ve ülkeler milliyetçilikten haz etmez. Bu hep böyleydi.
Nitekim,
“Aşağılanma Asrı” veya “Eşitsiz Anlaşmalar”, yani birinci emperyalizm
döneminde, o zamanki globalleşmeye direndiği, milliyetçilik ettiği için Çin’e
iki defa saldırılmış, ülke teslim alınmış, gümrükleri indirilmiş, afyon
ithaline izin vermesi zor kullanılarak sağlanmış ve Hong Kong Çin’den
koparılmıştı.
Aynı
asırda Mısır’ın ilk İngiliz Genel Valisi Lord Cromer’in görüşlerini Edward Said
özetliyor:
“Hükmedenin,
tâbi ırktan gelen tekliflere ne ciddiyette önem vereceği Cromer’in Mısır
milliyetçiliğine toptan muhalefetinden bellidir. Hür yerli müesseseler, yabancı
işgalinin kalkması, kendi kendini yaşatan millî egemenlik gibi normal talepleri
sürekli reddeden Cromer şüpheye mahal vermeyecek şekilde şöyle der, ‘Mısır’ın
gerçek geleceği... dar milliyetçilik yönünde değil... daha geniş bir
kozmopolitanizmdedir.’ Tâbi ırklar kendileri için neyin iyi, neyin kötü
olduğunu ayırt etme kabiliyetine sahip değildir.”
Liberal
emperyalizm imparatorluğu
Batının
birinci emperyalizm dönemi sona ererken yıkılan son milliyetçi yönetimlerden
biri de İran’dakidir. Musaddık o tarihlerde İngiltere’nin gözünde gereksiz
milliyetçilik yapıyor ve İngiliz-İran Petrol Şirketi’nin (bugünkü British
Petroleum-BP) İran petrolünü sömürmesine direniyordu. İngiltere, “Bu petrolün
neye yaradığını bilen de, onu kullanan da, keşfeden de, çıkaran da biziz...
İran’ın bu petrolde ne hakkı var ki?” anlayışındaydı. ABD’ye Başbakan
Musaddık’ın devrilmesini teklif etti. Başkan Truman bunu emperyalistçe diye
reddetti. ABD, o tarihlerde, kendinin de
bir zamanlar emperyalizm mağduru olduğunu unutmamıştı. İngilizlere, “İran halkının büyük
çoğunluğunca demokratik oyla seçilmiş başbakanını deviremeyiz” cevabı verildi.
Truman’ın başkanlığı bitip yerine Eisenhover gelince İngilizler teklifi
tekrarladı. Bu sefer gerekçeyi
değiştirdiler: “Musaddık komünist sempatizanı olabilir...” Bu, Eisenhover’in
hassasiyetleriyle uyuşuyordu. CIA, MI6’nın da desteği ile 1953’te Musaddık’ı
devirdi. Stephen Kinzer bunları Şahın
Bütün Adamları kitabında ayrıntısıyla anlatır.
Onlarca
örnek verilebilir: İmparatorluklar milliyetçiliği sevmez. İster Avusturya
Macaristan veya Osmanlı gibi klasik anlamda imparatorluk olsun, ister İngiliz,
Fransız, İtalyan, Hollanda İmparatorlukları gibi birinci emperyalizm döneminin
koloni imparatorlukları olsun, ister SSCB gibi ideoloji kılıflı imparatorluk ve
ister post modern ikinci liberal emperyalizm imparatorlukları olsun...
İmparatorluklarla millî devletler uyuşmaz.
Emperyal
güçler karşılarında güçlü millî devletler değil etnik mozaikler görmek
isterler: “Dikdörtgen Anadolu etnik mozaiği”. Ben bu ifadeye ilk kez, TESEV Anayasa Komisyonu Üyesi Ümit Cizre’nin,
“Türkiye’nin Kürt Problemi: Sınırlar, Kimlik ve Egemenlik “ makalesinde
rastladım. Makale, 2001 tarihli, birinci
editörlüğünü Irak Kürdistan’ı Anayasası’nın mimarlarından Brendan O’Leary’nin
üstlendiği “Devleti Doğru Boya Getirme: Sınırları Değiştirmenin Politikası”
kitabında yer almaktadır. Şüphe yok ki,
bundan mesela bir asır sonra, ikinci emperyalist dönemin bu “bilimsel”
çalışmaları, Genel Vali Cromer’in “Modern Mısır” ciltlerinin yanında yer alacaktır.
Tâbileri milliyetçilikten vazgeçirmek için fikir alt yapısı gerekir: Globalleşen dünyada artık millî devlete yer
yoktur. Dünya tek ray üzerinde tek yöne, millî devletleri ve milliyetçiliği yok
etmeye gitmektedir. Tıpkı 19. asırdaki kaçınılmaz gidiş gibi...
Uluslararası
PEN 2009- 2012 Başkanı John Ralston Saul, globalleşmeyle milliyetçiliğin
kaçınılmaz sonunun geldiği iddiasını değerlendirirken “Kaçınılmazlık, çırpınan
ideolojilerin geleneksel son savunmasıdır” diyor (Harper’s, Mart 2005). Millet
devletinin sönüp gideceği kehanetinin en zayıf tarafı, imparatorluk
milletlerinin yaptıkları ile tâbi milletlere tavsiye edilenlerin zıtlığıdır. AB
içindeki “hâkim” ülkelerdeki entegrasyon, tarih eğitimi, radyo-televizyon
yayınları, dil gibi konulardaki uygulamalar ile bize tavsiye ettikleri arasındaki
hâkim-tâbi zıtlığı... Saul’un dediği gibi, günümüzün imparatorluklarının
merkezinde de millî ve sonuna kadar “nasyonalist” devletler bulunuyor. Siyaset Bilimci Mehmet Akif Okur, “hâkim”lere
ulus-devlet yerine “millet-imparatorluk” diyor. Ralston Saul, yıllar önce
“pozitif milliyetçilik” kavramını -yeniden- telaffuz eden kişiydi. O zamanlar
ben ve İbrahim Kiras da bu kavram üzerinde yazmıştık. Dış İşleri Bakanımız
Sayın Davudoğlu’nun Hürriyet’te yayınlanan röportajı ile milliyetçiliğin iyisi,
kötüsü, pozitif ve negatifi tekrar gündeme geldi.
Önce
şu mezhep milliyetçiliği, ırk milliyetçiliği, bölge milliyetçiliği gibi kavram
parazitlerinden temizlenmek gerektiğini düşünüyorum. Bir tek milliyetçilik
vardır, o da millet milliyetçiliğidir. Bunu yazarken bile kuyruğunu kovalayan
kedi misali totolojiye düştüğümü hissediyorum. Bunun dışındaki “milliyetçilik”
tamlamaları bazen kasıtlı, bazen masum ifade hatalarıdır. Az önce saydıklarıma sırasıyla mezhepçilik,
ırkçılık, bölgecilik denir...
Galatasaray
dinciliği, Müslüman ırkçılığı ne kadar saçmaysa mezhep milliyetçiliği, bölge
milliyetçiliği ifadeleri de o derece saçmadır. Avrupa’nın “nasyonalizm”leri,
Sosyal Darvinizm ile ırkçılığa dönüşmüş müdür? Dönüşmüştür. Fakat Türk
Milliyetçiliği veya Gökalp’in verdiği adla “Türkçülük” yine onun kelimeleriyle
bir “terbiye ve hars [kültür]” meselesidir ve milliyetçiliktir. Başka hiçbir
şey değildir. Irkçılık ile milliyetçilik
birbirine yakın değil belki birbirinin hasmı iki kavramdır. Tarihî tecrübemiz,
ırkçılığın, milliyetçiliğimizin baş düşmanı olduğunu gösteriyor. Bu düşmanlık iki türlü tezahür ediyor.
Birincisi: Millet yerine ırkı
tuttuklarını sananlar, milleti millet yapan dil, tarih şuuru, kültür mirası,
dinî kültür ve inanç gibi değerlere karşı son derece hoyrat, hatta tahripkâr ve
“devrimci” davranıyorlar. İkincisi: Siyasî ümmetçilerden batıcı kozmopolitlere
ve azınlık ırkçılarına kadar bütün milliyet aleyhtarları, millî devlet
aleyhindeki münakaşalarını millî devlet eşittir kavim devleti, ırk devleti
anlayışı üzerinden yürütüyorlar. Etnik mozaik saldırısı budur.
Milliyetçiliğin
nasyonal olmayanı
Peki,
pozitif ve negatif milliyetçilikler?
Milletler
ve milliyetçilikler, millet denilen toplum birimlerinin yan yana yaşadıkları
bir dünyada teşekkül eder. Bazı milliyetçiliklerde, diğerlerini itme, “biz
öteki değiliz, biz ötekinden farklıyız, öteki bizden aşağıdır” hisleri ağır
basar. Avrupa’nın nasyonalizmlerinin çoğunda bu özellik görülüyor. Gökalp ve
onun Türkçülük anlayışında ise, iç çekim, millet mensuplarının öz değerlerine
bağlılığı ve bu bağlılık etrafında teşekkül eden dayanışma, millî değer ve
menfaatlerin savunulması hâkimdir. Buna pozitif milliyetçilik diyebiliriz.
Avrupa’nın
bugünkü “nasyonalizm”ini Huntington şöyle misallendiriyor: “Bu yeni çağ için
acı bir dünya görüşünü Michael Dibdin’in Ölü Göl romanının kahramanı Venedikli
nasyonalist demagog çok güzel ifade ediyor: ‘Gerçek düşmanlar olmadan gerçek
dostlar olamaz. “Biz olmayan”dan nefret etmezsek, “biz olanı” sevemeyiz. Bir
asrı aşan duygusal terennümlerden sonra acıyla tekrar keşfediyoruz bu eski
gerçekleri. Bunları inkâr eden, ailesini, mirasını, kültürünü, doğumuyla elde
ettiği hakkı, bizatihi kendi benliğini inkâr eder. Böyleleri kolay
affedilmeyecektir’” Ve Huntington kendi fikrini ekliyor: “Bu eski gerçeklerdeki
gerçeği devlet ve bilim adamları da görmezden gelemez.”
Peki
bizde? Biri doğumuzdan diğeri batımızdan iki anekdot: Azadlık meydanındaki
karanfiller daha solmamışken Azerbaycanlı bir dostum bana, “Bizim halkın
Ruslara bakışı, ‘Rustur, yazıktır’ şeklindedir” demişti. “Yazık”, Azerbaycan
Türkçesinde acıma, ifade eden, “zavallı”ya yakın anlamda kullanılıyor. Diğer
uçta, Bosna’da kuşatma altındaki bir Türk grubuna yiyecek dağıtan Türk subay,
bir kadının diğerlerinin iki katı yiyecek aldığını görür. Kimse bu eşitsizliğe
itiraz etmemektedir. Subayımız bunun sebebini soruşturduğunda kadının yiyeceğin
yarısını yanına sığınan bir Sırp aileye verdiği anlaşılır. Soru üzerine kadın
subaya hitaben, “Aç mı kalsınlar? Sen nasıl Müslümansın?” demiştir... O sıralar
Sırp saldırıları devam etmekteydi.
Galiba
en iyisi milliyetçiliği nasyonalizm diye tercüme etmemek...
03
Ekim 2012, iskenderoksuz@gmail.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder